16 Ekim 2016 Pazar

SULARDAKİ TEHLİKE --> FLORÜR


Florür aslında doğada olan bir mineral ancak insan sağlığını olumsuz etkileyen mineral.Bizler florüre diş macunları, ilaçlar, pestisitler, içecekler ve sular yoluyla maruz kalıyoruz. Florür genellikle sulara ve kullandığımız diş macunlarına diş çürümesini engellemek için ekleniyor. Ancak florür sandığımız kadar masum bir kimyasal değil. Hatta tarihçesini okuyunca ister istemez, evdeki diş macununuza bakışınız bile bir anda değişebilir.
I. Dünya Savaşı sırasında Almanlar ve Ruslar, Farben adlı şirketin ürettği florürü hapistekileri daha ‘etkisiz ve aptal‘ yapmak için içme sularına katıyormuş. Florürün beynin belli bir bölgesine tahribat yaparak kişileri mücadele anında daha az aktif hale getirdiği tespit edilince bir kimyasal silah olarak kullanılmış. Halen günümüzde bilinen sakinleştirici ilaçların %25’i florür içermektedir. Dahası II. Dünya Savaşı sırasında florür nükleer silah yapımı için kullanılmış. Tabii bütün bunlara değinirken, her kimyasalın arkasında olduğu gibi, florürün arkasındaki lobi kaynağının gücünü de unutmamak lazım. Bir zamanlar dünyanın en büyük florür üreticisi olan AlcoaDow ChemicalDupont ve Kellogg bütün olayın başını çeken Farben’la bir anlaşma imzalayarak florürün yaygınlaşması için çalışmışlar. 
Peki neden florür?  Çünkü florür kullanıldığında direk epifiz bezine gider ve emilir. Epifiz bezinin kireçlenmesini sağlar. Zekayı azaltır. İsteksizlik verir. Emirlere itaat etmeye elverişli yapar. İnsanı robota dönüşü kolaylaştırır.  Hatırlayalım zuhruf suresi 54. ayeti
FİRAVUN KAVMİNİ APTALLAŞTIRDI ONLARDA FİRAVUNA İTAAT ETTİLER. 
Çin, Avusturya, Belçika, Finlandiya, Danimarka, Norveç, İsveç, Hollanda, Macaristan ve Japonya gibi bazı ülkelerde suya florür katılması yasak. Türkiye' deki sularda florür mevcut ve üst düzeyde... Sadece sularda da değil diş macunlarında, hazır bebek mamalarında, hazır çorbalarda, gazlı içeceklerde, tavuk bulyonda, hazır meyve sularında bulunmakta... 
İnsan sağlığına zararları  
1. Biyobirikim
Biyobirikim, belirli bir kimyasalın vücutta birikme eğilimine verilen teknik isim. Florür, biyobirikimli kimyasalların arasında. Sağlıklı bir kişi, her gün aldığı florürün %50 – 60’ını idrar yoluyla vücudundan atıyor. Geri kalanıysa kemiklerde ve beyinde birikiyor. Bebek ve çocuklarsa aldıkları florürün sadece %20’sini vücuttan atabiliyor. Kemiklerde biriken florür miktarı hayat boyu artış gösteriyor.
2. Üreme sistemi
Laboratuvar hayvanlarında yapılan deneylerde, yüksek dozlarda florürün erkek üreme organlarına hasar verdiği ve kısırlığa yol açtığı tespit edilmiş. ABD’de yapılan bir araştırma, şebeke suyunda 3 mg/lt. ve daha fazla florür bulunan yerlerde doğurganlık oranlarının düştüğünü belirlemiş. Bir başka araştırmaysa, yine yüksek florürlü bölgelerde yaşayan erkeklerde ortalamanın altında testosteron hormonu tespit etmiş.
3. Beyin (merkezi sinir sistemi)
Florürün merkezi sinir sistemi için zararlı olduğunu belgeleyen onlarca araştırma var. Florürün beyinde biriktiğine, davranış değişikliklerine yol açabildiğine ve uzun vadede Alzheimer hastalığına yol açabildiğine dair bulgular var.
İçme suyunun florürlenmesini destekleyenler, bu çalışmalarda çok yüksek dozda florür kullanıldığını savunsalar da, florürün biyobirikimli olduğunu unutmamak gerekli.
4. Düşük IQ
Çin, İran, Hindistan ve Meksika’da yapılan 24 ayrı çalışmada, vücuttaki florür miktarıyla IQ arasında ters bağıntı olduğu ortaya konmuş. İçme suyundaki 1 mg/lt. florür artışının, 0,59 IQ puanı kaybına yol açtığı bulunmuş.
5. Erken ergenlik
Florürün merkezi sinir sistemi dışında da olumsuz etkileri var. Florür aynı zamanda pineal bezini olumsuz etkiliyor. Bu bez, pek çok başka işlevin yanı sıra, büyüme ve ergenlik süreçlerinden sorumlu. Yapılan araştırmalar , içme suyuna florür katılan bölgelerde kız çocukların, florür kullanılmayan bölgelere kıyasla 5 ay önce âdet gördüğünü ortaya koymuş.
6. Tiroid hormonları
Florürün tiroid bezini de olumsuz etkilediği bildiriliyor. Ukrayna’da yapılan bir çalışmada, 2,3 ml/lt. düzeyinde florürün tiroit hormonunda azalmaya yol açtığı belirlenmiş. Hatta bu etki o kadar tutarlıymış ki, 20. yüzyıl ortalarında hipertiroidizmi (aşırı aktif tiroid bezi) olanlara florür tedavisi önerilmiş.
7. Romatizma belirtileri
Skeletal florozis, florürün kemiklerde birikmesiyle ortaya çıkan ve romatizma benzeri belirtilere yol açan bir rahatsızlık. İşin kötüsü, belirtileri romatizmayla karıştırılabildiğinden, erken safhada teşhis koyulması oldukça güç. Belirtiler ışığında doktorlar genellikle romatizmadan şüphelendikleri için, aslında son derece basit bir şekilde (florür alımını keserek) tedavi edilebilecek rahatsızlık, uzun yıllar tedavi edilmeyebiliyor.
8. Kemik erimesi
Florür, kemiklerde birikiyor. Florürün sağlık üzerindeki etkisini araştıran ilk çalışmalardan birine göre, içme suyuna florür katılan bölgelerdeki çocuk nüfusunda görülen kemik ve kemik bağlantılı rahatsızlıklarda iki kat artış kaydedilmiş. Benzer şekilde, Meksika’da yapılan bir araştırma , diş macunundaki florürle çocuk kemik kırılmaları arasında bağıntı olduğunu ortaya çıkarmıştır.
İLGİLİ VİDEOLAR



kaynak: http://www.yesilist.com/bir-dis-macunu-gercegi-florur/
http://www.zehirsizev.com/anne-cocuk/florurun-8-zarari-ve-florurden-korunma-yollari/


2 Ekim 2016 Pazar

SUBLİMİNAL MESAJLAR VE MEDYA ETKİSİ



Yazılı ve görsel medyanın ne kadar etkili bir araç olduğunu hepimiz biliriz. Bu aracın silah olarak kullanılmasını düşündük mü hiç !... Bu silahın yanlış ellerde olması ve yanlış yollarda kullanılması bizi ne derecede etkiler bunun farkında mıyız?

Her geçen gün yeni diziler, yeni reklamlar, yeni moda akımları v.b. şeylerle sürekli kuşatma altındayız.Twitter, scorp, instagram, facebook gibi sosyal medya üzerinden, diziler, çizgi filmler, yerli ve yabancı filmler, animasyon filmleriyle, reklamlar, haberler ile görsel medyayla bilgisayar oyunlarıyla manevi bir kuşatma altındayız. Hipnotize ediliyoruz alıştırılıyoruz ve anormal olan şeyler birden olağan halini alıyor. Bu süreç bazen yavaş sürüyor bazen çabucak gerçekleşiyor. Tabularımız, inançlarımız , geleneklerimiz, anlayışımız bile bu anlamda değişime uğruyor. Bu değişim esas sebebi fark ettirmeden yavaş yavaş alıştırmalarıdır. 

Aslında hepimiz yavaş yavaş kaynayan tencerenin içindeki kurbağalar gibiyiz. Tenceredeki ısıyı farketmiyoruz ve bu yüzden dışına sıçramıyoruz. Bundan dolayı ruhumuz, bilincimiz, kişiliğimiz yok oluyor. Kapitalizmin birer kölesi durumuna dönüşüyoruz. 

                                       


İlgilenenler için kurbağa deneyi 



Hepimiz walt disneyi biliriz. Walt Disneyin gizli gerçeklerini biliyor muyuz peki ?  izleyelim..


                                          



Her geçen gün lezbiyenlik, geylik, yasak ilişkiler, çarpık ilişkiler artmakta ve artmaya devam etmekte... İzlediğiniz çoğu dizi ve dizi karakterleri yasak ilişkiler ve çarpık ilişkileri masumane göstermeye çalışılır.Ahlaksız teklifler bile normalleşir. Parası olanın peşinden giden dizideki kızlar, kızlar için örnek teşkil eder. O ünlüyü kendine rol model seçer. 

Para herşeydir mesajı verilir sürekli...İnsanları aşağılamanın toplum içinde rezil etmenin güzel olduğu gösterilir. Birisinin sırtına basıp başarı basamaklarında ilerleneceği öğretilir. Dizilerdeki ve filmlerdeki O ünlüler ne şekilde giyinirse o moda olur ve satış rekorları kırar. Farkındaysanız eskiden pantolon yırtık olunca fakir gözüyle bakılıyordu şimdi ise moda oldu. Eskiden kötü gibi görünen şimdi MODA adı altında normalleşti. Kadınlar kendilerini alenen sergiler oldu. Öpücük atıp fotoğraf çekip herkesle paylaşılır oldu. Herhangi bir şeyi moda dergileri (ki patronların kimlere hizmet ettiği belli) yılın trendi, yılın modası diye ortaya atıyor ve millet hurra o modayı takip ediyor. Zaten moda adı altında ne yapılıyorsa meşru hale getiriliyor. Kendilerine ne enjekte edilirse onu sorgulamadan direk kabul eden toplumlara dönüştük. Durup düşünmüyoruz çarkın dişlisi oluyoruz. Eskiden kötü gözle bakılan lezbiyenlik ve gaylik bile olağan hali almaya başladı. Hayatımıza karışamazsınız diye lezbiyenler, gayler protesto eder oldu. Bu çağda bunları aşın denir oldu. İşte tüm bu aşmışlık yüzünden yozlaşıyoruz ve  kurbağa gibi bu olaylar ölümümüze yol açıyor bunu farketmiyoruz. 


 

  
Kontrollü bir şekilde ruhsuzlaştırılıyoruz. Kimimiz  aklı alınmış bilgisayar oyunlarıyla kafasını bulandırmış bir tetikçiye, kimimiz moda ikonu olmaya ve hava atmaya kendini adamış insanlara, kimimiz kendini pazarlayan insanlara, gösteriş ve dış güzellik meraklısı ruha önem vermeyen sürekli tüketen düşünmeyen, robotik topluma dönüşmüşüz.  

Firavunların istediği de tam olarak bu değil mi ? İstediğimiz şekilde robotlaşsınlar ruhsuzlaşsınlar. Sistem dönsün en son teknolojik telefonu alsınlar. En son modayı takip etsinler.En son çıkan oyunları alsınlar. Sürekli tüketsinler.DÜŞÜNMESİNLER...

Gerek subliminal gerek alenen verilen mesajlarla HİPNOTİLİZE ediliyoruz. Bunun farkına varıp uyanmanız için Gelenler(Arrivals)  belgesellerini izlemenizi tavsiye ederim. 

Uykudan uyanmak dileğiyle...  








25 Eylül 2016 Pazar

MUSA-HIZIR KISSASI

         



            Musa ve Hızır kıssası, insanlar tarafından tam anlaşılamayan ya da anlaşıldığı halde efsaneleştirilen bir kıssadır. Efsaneleştirme ve verilmek istenen mesajı görmemek yanlış bir tutumdur. Yanlış bir tutumun devamında bu olaylar daha büyük bir mite dönüşmüş ve efsaneleşmiştir. Kıssanın anlatılma sebebi yani bize vermek istediği mesaj yerine olayda adı geçen bilgin kula yoğunlaşılmış ve bunun varlığı sürekli sorgulanmıştır. Gerçekten hızır var mı ? Hızır kimdir? Nerededir? gibi sorularla sadece hızır odaklı düşünülmüştür.

            Bu kıssa Kuranı Kerimde  KEHF SURESİNİN 60. ayetinden başlayarak 82. ayete kadar devam eder. Kıssanın içinde HIZIR kelimesi geçmez BİLGİN BİR KUL diye bahseder. Buna rağmen bu kişinin hızır olacağı kanısına varılmış ve meallerde öyle çevirmişler veya parantez içi hızır yazmışlar. İlgili ayetler: 


- Musa, genç arkadaşına: “İki denizin birleştiği yere ulaşıncaya kadar devam edeceğim veya senelerce  gideceğim.” demişti.

- Her ikisi, iki denizin birleştiği yere varınca balıklarını unuttular. Balık, denizde kendi yolunu tuttu.

- Oradan uzaklaştıklarında Mûsâ beraberindeki gence, “Yemeğimizi getir, bu yolculuğumuzdan dolayı çok yorgun düştük” dedi.

- (Genç) “Gördün mü! Kayaya sığındığımız sırada balığı unutmuşum. –Doğrusu onu sana söylememi bana ancak şeytan unutturdu- Balık şaşılacak bir şekilde denizde kendi yolunu tutup gitti” dedi.

- (Mûsâ:) “İşte aradığımız bu idi” dedi. Bunun üzerine tekrar izlerini takip ederek gerisin geri döndüler.


- Böylece katımızdan, kendisine rahmet verdiğimiz ve ledün ilmimizden öğrettiğimiz kullarımızdan BİR KUL  buldular.

- Musa  ona şöyle dedi: “Rüşde/Olgunluğa ulaşmak üzere, sana öğretilen (ilmi ledun)den bana öğretmen için, sana tâbî olabilir miyim?”

- (Bilgin KUL) “Muhakkak ki sen, benim maiyetimde (benimleyken vuku bulacak olaylara) sabretmeye asla güç yetiremezsin.” dedi.

- (Bilgin KUL) “İç yüzünü kavrayamadığın bir şeye nasıl sabredersin?”

-  (MUSA ) “İnşaallah , beni sabırlı bulacaksın. Ve sana emirlerde asi olmayacağım.” dedi.


- (BİLGİN KUL) Eğer bana tâbi olursan, sana o konuda bilgi verinceye kadar hiçbir şey hakkında bana soru sorma! dedi. (bkz. kehf suresi 60 - 70 ) 




Ayetlerde belirtildiği gibi Musa peygamberimizin karşılaştığı kişi  kendisine bilgi verilen bilgin bir kuldur. Peki insanlar kul deyince hemen akıllarına başka bir insan gelir. Kul, sadece insan mıdır? Bakalım...


- Mesih de, Allah'a yakın MELEKLER DE, ALLAH'A KUL OLMAKTAN asla çekinmezler. Kim Allah'a kulluk etmekten çekinir ve büyüklük taslarsa, bilsin ki, O, onların hepsini huzuruna toplayacaktır. (bkz. nisa 172)

- Onlar, RAHMAN'IN KULLARI OLAN MELEKLERİ de dişi saydılar. Onların yaratılışına şahit mi oldular? Onların yalan şahitlikleri yazılacak ve sorgulanacaklardır. (bkz. zuhruf 19 ) 

Görüldüğü üzere Allah 'ın kulları yalnızca insanlar veya cinler değildir. Meleklerde Allah'ın kullarıdır. Karşılaşılan olaylar silsilesinden sonra BİLGİN KUL yaptıklarının kendi nefsi dahilinde olmadığını verilen emir doğrultusunda yaptığını kehf süresi 82.ayette belirtiyor. Öğretilen bilgiyi uyguluyor. Meleklerde öğretilen bilgiyi uygulayan ve verilen emri harfiyyen yerine getiren varlıklar değil midir? İlgili ayetler: 


- Melekler, "Seni bütün eksikliklerden uzak tutarız. Senin bize ÖĞRETTİKLERİNDEN BAŞKA bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Şüphesiz her şeyi hakkıyla bilen, her şeyi hikmetle yapan sensin" dediler.

- Onlar/Melekler  görevlerinde asla KUSUR ETMEZLER. (bkz. enam 61 den) 

Şimdi tüm verileri birleştirelim. Bilgin kula Allah tarafından ledün ilmi öğretilmiş ve o kul bu ilimden doğan bilgiyle Allah 'ın emirlerini yerine getirmiştir. Yaptıklarının kendi insiyatifinde olmadığını Allah'ın emriyle hareket ettiğini vurgulamıştır. Allah, meleklere de ilim öğretmiştir. Melekler bu ilimle hareket etmektedir. Verilen emri harfiyyen uygulayıp Allah'ın emriyle hareket etmektedirler. Bundan dolayı BİLGİN KUL denilen kişinin MELEKLERDEN biri olma ihtimali oldukça yüksektir. Ki melekler de insan şekline girebilmektedir. Gelelim Musa peygamberimizle bilgin kul arasında cereyan eden olaylara...

-  Derken yola koyuldular. Nihayet, bir gemiye bindiklerinde (BİLGİN KUL) gemiyi deldi. Mûsâ, “Sen onu içindekileri boğmak için mi deldin? Doğrusu, büyük bir iş yaptın.” dedi.

- ( BİLGİN KUL ): “Muhakkak ki sen, benimle beraber sabırlı olmaya asla güç yetiremezsin, demedim mi?”

- ( MUSA ), “Unuttuğum için beni sorgulama ve bu işimde bana güçlük çıkarma!” dedi.

-  Yine yola koyuldular. Nihayet bir erkek çocukla karşılaştıklarında, (BİLGİN KUL) onu öldürdü. Mûsâ, “Bir cana karşılık olmaksızın suçsuz birini mi öldürdün? Andolsun çok kötü bir iş yaptın!” dedi.

- ( BİLGİN KUL ): “Muhakkak ki sen, benimle beraber sabırlı olmaya asla güç yetiremezsin, demedim mi?”

- (MUSA)  şöyle dedi: “Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam artık benimle arkadaşlık etme! Benimle arkadaşlık etmemen için kabul edilebilir bir özüre ulaştın.”

-  Yine yola koyuldular. Nihayet bir şehir halkına varıp onlardan yiyecek istediler. Halk onları konuk etmek istemedi. Derken orada yıkılmaya yüz tutmuş bir duvar gördüler. (BİLGİN KUL)  hemen o duvarı onardı. Mûsâ, “İsteseydin bu iş için bir ücret alırdın” dedi.

- (BİLGİN KUL)  “İşte bu birbirimizden ayrılmamız demektir” dedi. “Şimdi sana sabredemediğin şeylerin içyüzünü anlatacağım.”

-  “O gemi, denizde çalışan birtakım yoksul kimselere ait idi. Onu yaralamak istedim, çünkü onların ilerisinde, her gemiyi zorla ele geçiren bir kral vardı.”

- “Çocuğa gelince, anası babası mü’min insanlardı. Onları azgınlığa ve küfre sürüklemesinden korktuk.”

- “Böylece, Rablerinin onlara, bu çocuğun yerine daha hayırlı ve daha merhametli bir çocuk vermesini istedik.”

-  Ve duvar ise şehirde iki yetim çocuğa aitti. Onun altında, onlara ait bir define vardı. Ve onların babası salih bir kimse idi. Bu sebeple Rabbin, o ikisinin gençlik çağına erişmesini ve Rabbinden bir rahmet olarak, defineyi çıkarmalarını istedi. 


- Ve ben, onu KENDİ EMRİM ile  KENDİ İSTEĞİMLE YAPMADIM. Allah’ın emriyle yaptım. İşte bu, sabırlı olmaya güç yetiremediğin şeylerin olayların tevilidir/yorumudur. (bkz. Kehf  71- 82 )


Musa peygamberimiz bilgin kulun yaptığı işler karşısındaki tepkisi oldukça normaldir. Çünkü ona göre haklı bir sebep olmadıkça cana kıymanın suç olduğunu bilmektedir (bkz. isra 33) Durduk yere bir gemiyi delmenin yanlış olduğunu ve hazine çıkacakken hazinenin kapatılması bulunduğu  zamana ve konuma göre yanlış davranışlardır. Ona verilen bilgi bu olayları kavramaya yetmemektedir. Bu yüzden sabredememiş ve suçlamıştır. Bilgin kulda yapılanların bir suç teşkil etmediğini ve olayların gerçek yüzünü söylemiştir. Gemiyi delmeseydim gemi kralın eline geçecekti. Çocuğu öldürmeseydim anne babası zalimlerden olacaktı. Hazineyi kapatmasaydım yetimler faydalanmayacaktı diye açıklama yapmıştır. Bilgin kul tüm bunları ALLAH 'IN EMRİYLE YAPTIĞINI vurgulamıştır. Farkındaysanız Allah bunu istedi diyor kehf suresi 81 ayette...Musa peygamber verilen bu bilgiden sonra onun haksız fiil yapmadığına kanaat getirmiş olduğunu zannediyorum. 

ALLAH, zamanın efendisidir. Zamanın her evresini kontrol eder. Geçmiş gelecek ve şimdiki zaman sadece bize göre kavramlardır. ALLAH bu kavramların içine hapsolmayacak kadar güçlü ve kudretlidir. Olayların tüm içeriğini olacak olan olayları bilir. O herşeyi bilendir. Meleklere de bu bilgilerden aktardığı ve emriyle olayların seyrini değiştirdiği kudretini görüyoruz. Belkide gemi kral tarafından ele geçirilmişti ve içindeki salih insanlar öldürülmüştü. Çocuk yaşadı ve anne babası küfre düştü. Duvardaki hazine başka birinin eline geçti ve yetimler faydalanmadı. Olayların böyle seyretmesi olumlu bir sonuç doğurmamasından kaynaklı emriyle bir kulu/ bir meleği görevlendirip olaylar öncesinde seyrinin değişmesini sağladı. Kim bilir belkide o anne baba hayırlı bir evlat istedi ve bu isteği doğrultusunda hayırsız olan evlat öldürülmüş oldu. Gemidekiler Allah'ın yardımını diledi zalim kraldan kurtulmak istedi ve seyir bu duaya göre değişti. MUTLAK HAKİM OLAN ALLAH duamıza cevap verir ve biz ne istersek aslında seyri o şekil değiştirebilir.  

Diyelim ki doğar doğmaz çocuğunuz öldü ve siz isyanlardasınız ne günah işledik ki bu çocuğumuz öldü. O çocuğun günahı neydi ki bize bağışlanmadı diye düşünüyorsunuz. Belkide ileride asi ve küfür ehli bir çocuk olacak ve o zamanda Allah 'ım keşke bana bu oğlu vermeseydin diyeceksiniz. İç yüzünü kavrayamadığımız için sabredemiyoruz...

Ya da yolda giderken arabanın lastiği durduk yere patladı bi yere yetişecekken geciktiniz. Kim bilir belkide ileride kaza geçirecektiniz lastik patlaması buna engel oldu. Siz ya durduk yere masraf açıldı diyorsunuz çünkü olayın iç yüzünü bilmiyorsunuz.

Hayatınızda bir şeyler olmasını istiyorsunuz ama her şey üzerinize geliyormuş gibi hissediyorsunuz. Tüm ters olaylar üzerinizde gibi hissediyorsunuz. Belkide bu olaylar sizi doğacak diğer olaylardan kurtarmak için tasarlanmıştır. Bilemezsiniz. Bir çocuk istiyorsunuz hayırlı ya da hayırsız farketmez yeter ki olsun diyorsanız size isteğiniz sunulur. Eğer hayırlısını istiyorsanız ve olmuyorsa belkide en hayırlısı olacaktır. Bu hayrın gelmesi de biraz zaman gerektirecektir. 


-Olur ki, bir şey sizin için hayırlı iken, siz onu hoş görmezsiniz. Yine olur ki, bir şey sizin için kötü iken, siz onu seversiniz. Allah bilir, siz bilmezsiniz. (bkz. bakara 216 dan) 

-Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. sabredenleri müjdele. (bkz. 155)

     Enbiya suresi 35.ayette belirtildiği üzere hâyır sandığımız şeylerde ve şer olarak gördüğümüz şeylerle sınanmaktayız. Bize düşen sabretmektir. Bu kıssadaki ana düşünce bana göre budur. Buna uygun düşen bir videoyu sizinle paylaşmak istiyorum





    Kıssadaki mesajdan ziyade bilgin kulu HIZIR yapmışlar. Hızır'ı da darda kaldığımızda, başımıza kötü bir şey geldiğinde ''Yetiş ya Hızır'' diyerek gelen bir varlık haline dönüştürmüşler. Kuran'da özellikle yardım edicinin Allah olduğu vurgulanmasına rağmen bu algı resmen şirk algısına dönmüştür. Kuran özellikle ordaki şahsın ismini söylememiştir ki böyle bir algı oluşmasın Allah dışında başka merciyi de aracı edinilip yardım istenmesin diye... İnsanlar ise olmaması gereken algıyı oluşturup isimlendirmiş ve Allah dışında yardımcı edinmiştir. 

 - Göklerin, yerin ve bunlardaki her şeyin hükümranlığı YALNIZCA Allah'ındır. O her şeye hakkıyla gücü yetendir. (bkz. maide 120)

- (Allahım!) yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz. (bkz. fatiha 5) 

- Öyleyse YALNIZ BENİ ANIN  ben de sizi anayım. Bana şükredin, sakın nankörlük etmeyin. (bakara 152) 

- Hayır! YALNIZ Allah YARDIMCINIZDIR. O, yardımcıların en hayırlısıdır. (bkz. ali imran 150) 

- Eğer mü'minler iseniz yalnızca Allah'a tevekkül edin. (bkz. maide 23 den) 

- Sonra dönüşünüz YALNIZ O'nadır. Sonra O, işlemekte olduklarınızı size haber verecektir. (bkz. enam 60 dan)


         Yetiş ya Hızır, Yetiş ya Ali , Yetiş ya Muhammed, Yetiş ya Gavs, Yetiş ya evliya demeyin yalnızca BENİ ANIN denmesine rağmen bunları söylemeniz Allah dışında rab edindiğinizi göstermektedir. Allah dan başka dualara cevap veren, yardım eden yoktur. 

SELAM VE DUA İLE...





13 Eylül 2016 Salı

İBRAHİM PEYGAMBER ve SINAVI (KURBAN)




        İbrahim peygamber; Kuranda en çok vurgulanan AKLETMEK, DÜŞÜNMEK, FARKINA VARMAK, OLAYLAR ARASINDA BAĞLANTI KURMAK VE GEÇMİŞ VE GELECEK ARASINDA BAĞLANTI KURUP BUNU SONUCA VARDIRMAK yetilerini kullanan bir peygamberdir. 


İşte böylece İbrahim'e göklerdeki ve yerdeki hükümranlığı ve nizamı gösteriyorduk ki kesin ilme erenlerden olsun.

        Andolsun, daha önce de İbrahim'e doğruyu yanlıştan ayırma yeteneğini verdik. Biz zaten onu biliyorduk.

        Üzerine gece karanlığı basınca bir yıldız gördü. "İşte Rabbim!" dedi. Yıldız batınca da, "Ben öyle batanları sevmem" dedi.
Ay'ı doğarken görünce de, "İşte Rabbim!" dedi. Ay da batınca, "Andolsun ki, Rabbim bana doğru yolu göstermezse mutlaka ben de sapıklardan olurum" dedi.

Güneşi doğarken görünce de, "İşte benim Rabbim! Bu daha büyük" dedi. O da batınca (kavmine dönüp), "Ey kavmim!" Ben sizin Allah'a ortak koştuğunuz şeylerden uzağım" dedi.

        "Ben hakka yönelen birisi olarak yüzümü, gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Ben Allah'a ortak koşanlardan değilim." (bkz. enam suresi 75-76-77-78-79, enbiya 51)

İbrahim peygamber güneşin, ayın, yıldızların bir düzene göre hareket ettiğini gözlemlemiş ve bu düzeni gerçekleştirenin tek bir YARATICI olduğu sonucuna varmıştır. Bu yaratıcının Allah olduğunu yeri, göğü , güneşi, ayı , yıldızları ve kainatı yarattığına inanmıştır. Yanlızca Allah'a teslim olmuştur. Çevresinde var olan bütün putperestlikten hakikate yüzünü dönmüştür. Bu yüzden Ali imran 67.ayette  hanif olarak yüzünü hakikate döndürdü denilmiştir.

Tüm inancına rağmen yine de yaratıcının Allah olduğunu gözleriyle de görmek ister. Allah'tan ''Bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster '' der. Yüce Allah 4 adet kuş alıp eğitmesini kendine alıştırmasını ister. Alıştıktan sonra parçalara ayırıp tüm kuşların parçalarını her bir dağa yerleştirmesini söyler. Kuşlar tekrardan bütün bir şekilde kendine geldiğini görünce tamamen teslim olur. (bkz. bakara 260) 

Aslında verilen bu kuş mucizesi bir anlamda kıyamet zamanında nasıl dirileceğimizi temsil etmektedir. Kuşların parçalanması ve ölmesi gibi ölüyoruz ve herkes bir yerlere gömülüyor. Kıyamet zamanı tastamam bir şekilde her bir dağın ardından sahibimize yani yüce Allah'a dönmüş oluyoruz. Bu mucizedeki alıştırmanın gayesi kuşlar dirildikten sonra başka yerlere gitmesin İbrahim peygamberin yanına gitsin diye düşünüyorum. 

İbrahim peygamber inancı oturduktan sonra orada bulunan diğer insanların da DÜŞÜNMESİNİ, AKLETMESİNİ sağlamaya çalışır. Putları teker teker kırar en büyük puta dokunmaz. En büyük putun üzerinde baltayı yerleştirir. İnsanlar putu İbrahim peygamberin kırdığını öğrenir. İbrahim peygamberde kendisini savunamayacak kadar aciz olan tanrılarınız sizi nasıl savunacak der. En büyük puta dönerek kendine baltayı verdiğim putta ben yapmadım diyemeyecek kadar aciz değil midir? Bu kadar aciz olan varlıklar sizin nasıl tanrınız olabilir diyerek insanların düşünmesini, farkına varmasını sağlar. Oradaki topluluk bunun farkına varır içlerinden ''Bunun üzerine birbirlerine dönüp, "Hiç şüphesiz asıl zalimler sizsiniz siz" dediler.'' (enbiya 64 den)

Daha sonra o memleketin kralı, canlı putu Nemrut ile tartışır. Nemrut, kendinin yaratıcı olduğunu, öldürüp diriltme yetkisinin kendisinde olduğunu söyler. İbrahim peygamberde canlı putun AKLETMESİ, DÜŞÜNMESİ için der ki  , "Şüphesiz Allah güneşi doğudan getirir, sen de onu batıdan getir". Bunun üzerine dona kalır çünkü bunu yapamayacağının farkındadır. İlahlık iddiası suya düşer. Farkındaysanız tüm insanlara aklederek onların düşünmesini sağlayarak yola koymak istiyor. 

Tüm bu olanlara rağmen İbrahim peygamberi ateşe atarlar ve ordan da mucizevi bir şekilde kurtulur. Allah dan soyunun devamı için bir evlat ister. Evladı İsmail peygamber dünyaya gelir. Rüyasında evladını boğazladığını görür. Muhtemelen bu rüyayı birçok kez görmüş olmalı ki rüyayı İsmail peygambere anlatır. İsmail peygamberde emrolunanı yap diye babasına ve Rabbine teslim olmuştur. Rüya ile amel edilir mi yada edilmez mi tartışmasından önce peygamber rüyalarının özelliğine dikkatinizi çekmek isterim. 

Kurana göre Yusuf peygamber rüya görmüştür ve o rüyanın gerçekleştiğine şahit  olmuştur. Hatta Yusuf peygamberin bir rüya yorumcusu olduğu ve o yorumların birebir yansımasının gerçekleştiği de vurgulanmıştır.  

İbrahim peygamber özellikle diyor seni BOĞAZLADIĞIMI GÖRDÜM. (bkz. saffat 102) 
Daha sonra da "Gördüğün rüyanın HÜKMÜNÜ yerine getirdin. Şüphesiz biz iyilik yapanları böyle mükafatlandırırız." (saffat 105)

Tevrata göre kurbanlık olacak kişinin İSHAK peygamber olduğu söyleniyor. Kuran bu bilginin yanlış olduğunu kurban olacak kişinin İSMAİL peygamber olduğunu özellikle vurguluyor. Tevrata göre İbrahim peygamberin büyük oğlu İSMAİL peygamber, Tevrata göre ilk oğulları isteyen bir tanrı var. Buna rağmen ilk oğlu değilde ikinci oğlu kurban etmiş gibi göstermişlerdir. Zaten tahrif edildiği o kadar belli ki o kurbandan sonra oğullar vereceği ve soyunun devam edeceği de tevratta yazmasına rağmen ikinci oğlu kurban gibi göstermişler. Kuranda bu yanlış anlayış düzeltilmiş ilk oğul yani İsmail peygamber kurban için götürülmüştür ve İbrahim peygamber sınanmıştır. Oğlunu kurban etmeden kurbanlık bir kuzu gönderilmiş onu Allah yolunda kurban etmiş sayılmıştır. Hani İBRAHİM bir takım kelimelerle sınanmıştı bölümünün sınama kısmı İsmailin kurban edilmesiydi. Yani gerçekten de Allah'a bu derece teslim olmuş muydu? Bunun sınavını verdi. Sınavı geçtiği için ona büyük bir soy bahşetti.Ardından İshak peygamber müjdelendi. Makamını yükseltti.  

Buradaki esas ders İbrahim gibi bir peygamberin tüm ilahları parçalayan peygamberin tek ilah olan Allah karşısındaki teslimiyeti dudak uçuklatır. İbrahim peygamber zamanında Allah 'ı sınamış ona ölüleri dirilttiğini göstermesini istemişti. Buna karşılık Allah ona gösterdiği mucizelerinden sonra onu ağır bir sınava tabi tuttu. Ateşe atılma, oğlunu kurban etme gibi..  

  Museviler ve hristiyanlar kendi aralarında çekişmektedirler. İbrahim peygamberin Musa ve İsa peygamberden önce yaşadığını ve İncil ve Tevrat yokken var olduğunu söyler.Kuran, Musa ve İsa peygamberin İslam peygamberi olduğunu vurguladığı gibi İbrahim peygamberinde İSLAM peygamberi olduğunu vurgular. İbrahimin dinine tabi olun denmesinin amacı bence AKLEDEREK, DÜŞÜNEREK , DOĞRUYU YANLIŞTAN AYIRT EDEREK gerçekleşmesi gereken bir imandır. 

Kurban olayı tevratta da geçmekte hristiyanlar ve yahudiler tarafından var olduğu bilinmektedir. Bunu resmeden sanatçılarda vardır.

Rembrandt adında ressamın elinden İbrahim peygamberin İshakı kurban edişi.

  SELAM VE DUA İLE...

6 Temmuz 2016 Çarşamba

ESKİ MEDENİYETLERDE TEKNOLOJİ VAR MIYDI?


İnsanlık tarihinde sadece son yüzyıllarda teknolojik gelişmeler olduğu ve ondan önce hiç teknolojik bir kıpırdama yaşanmadığı tahmin edilmiştir. Teknolojinin sadece bize has olduğu önceki kavimlerin sadece mağaralarda yaşayan insanlar olduğu zannedilmiştir.

Allah Adem'e bütün varlıkların isimlerini öğretti. 
(bkz.bakara 31 den)

Onlar yeryüzünde dolaşıp, kendilerinden önce gelenlerin akıbetlerinin nasıl olduğuna bakmadılar mı? Onlar kendilerinden daha çok, daha GÜÇLÜ ve onların yeryüzündeki ESERLERİ DAHA ÜSTÜNDÜ. Fakat kazanmakta oldukları şeyler onlara bir fayda vermemişti. (mümin 82)

Çoğu insan Ademe öğretilen bu varlıkların isimlerini belli başlı isimler olarak nitelendirir. Yani sadece isimden ibaret olduğunu başka bir şeyi ifade etmediğini düşünürler. Halbuki durum böyle değildir. Tüm varlıkların ismini bilmek onu kullanmayı da beraber getirir. Mesela ateşin varlığını bilmek aynı zamanda ateşi yakmayı bilmekten geçer. Hangi malzemelerin ateşi tutuşturulacağını bilmekte öyle. Barınağı bilmek yenilecek yemekleri bilmek, canlı türlerini ve hangilerinin insan sağlığını etkilediğini bilmek bunların isimlerini bilmektir. Tüm canlı ve cansız bütün varlıkların ismini bilip ondan haberdar olmak birçok bilgiyi bilmek demektir. İşte tüm bu bilgiler Ademe verildi. Yani bilindik anlamda cilalı taş devri, yontma taş devri, tunç devri gibi çağlardan çok çok önce insan çok şey biliyordu. Yani bize anlatıldığı gibi ilk insanlar hiçbir şey bilmeyen yabani varlıklar değildi.Teknolojiye ve birçok bilgiye erişmiş insanlardı. Şimdi kanıtlara geçelim...

CHAUVET MAĞARASI RESİMLERİ (30.000-33.000 yıl önce çizilmiş resimler) fransa


Aslanlar paneli resmi CHAUVET MAĞARASI

Mağarada bulunan resimler yapılan karbon testleri sonucu günümüzden 33.000 yıl öncesine ait çizimlerdir.


800.000 YILLIK İNSAN AYAK İZİ (İNGİLTERE) 

800.000 YILLIK İNSAN AYAK İZİ  ( İNGİLTERE)

İngiltere'deki Norfolk bölgesinde bilim insanları, Afrika kıtası dışındaki en eski insan ayak izlerini keşfettiler. Happisburgh kıyısında bulunan ayak izlerinin yaşının, 800 bin yıldan fazla olduğu belirtildi. Ayak izlerinin Kuzey Avrupa'ya gelen ilk insanlara dair bir kanıt olduğunu belirten İngiliz Müzesi'nden Dr. Nick Ashton, "Ayak izleri,Britanya kıyılarında bulunan en önemli keşiflerden biri. Britanya ve Avrupa'daki ilk insanlar hakkındaki bilgilerimizi yeniden yazacak" diye konuştu. Görüntülerin analizini yapan Dr. Isabelle De Groote, izlerin kesinlikle insan ayak izleri olduğunu, büyük ihtimalle bir yetişkin erkek ve beş çocuktan oluşan bir gruba ait olabileceğini söyledi. 

Bazı izlerde topuk, ayak kemeri ve hatta ayak parmaklarının anlaşılabildiğini belirten De Groote, "Ayak izlerini ilk duyduğumda afallamıştım. İzlerin en uzunu 1.75 metre ve en kısanın 91 cm. boylarında olan iki erkeğe ait olduğu anlaşılıyor. Diğer büyük izlerin genç erkeklere yada kadınlara ait olma ihtimali var. Geçmişe ilk bakışımızda, bölgede birlikte yürüyen bir aile görüyoruz" dedi. 

ANTİKİTERA MAKİNESİ 
1900 yılında paskalya'dan birkaç gün önce , yunan bir grup sünger avcısı , antikythera adlı küçük bir adanın yakınında su altına dalış yaparken , antik bir geminin kalıntılarına rastladılar . kalıntıların arasında m.ö. 50 yılından kalma bronz ve mermer heykeller vardı , dalgıçlar bunları çıkarmaya çalışırken şekilsiz garip bir cisme rastladılar , bu cisim sonradan incelenmek üzere atina müzesi'ne yollandı . cisim temizlendi , çürümüş bronz ve tahta kalıntılarının arasında modern bir saatin dişli çarklarına benzeyen dişliler bulundu . 1958'de dr. derek j. de solla price , uzun bir çalışma sonucunda cismin bir taslağını yaptı , bu bir makinaydı . dişlilerin çalışması sonucunda ayın ve güneşin hareketleri hesaplanabiliyordu . bir saat değildi ama bir tür hesap makinesiydi ve en önemlisi yıldızların geçmişteki ve gelecekteki konumlarını gösteriyordu . büyük olasılıkla antikythera aygıtı , eski yunan'ın çok öncesinde yapılmıştı ; gizem hala çözülmüş değil ; aygıt müzede duruyor ve bir benzerine hala rastlanmadı.

KRİSTAL KAFATASI 
Kristal kafatasında kullanılan teknolojinin sırrı çözülemedi... İngiliz Anna Mitchell Hedges, 1 Ocak 1924'de Mayaların kayıp şehri Lubaantun'da piramit tapınağının mihrabının altında kristal bir kafatası buldu. Gerçek insan kafatası boyutlarında olan bu kafatası tamamen şeffaf kuartz kristalinden yapılmıştı. Kristaller karbon içermediği için bu kristal kafatası, dünyaca ünlü Hewlett Packard firmasının bilim adamları tarafından çok çeşitli testlere tabi tutuldu. Sonuçlar bilim adamlarını hayrete düşürdü. Kristal kafatasının ancak ileri bir teknoloji kullanılarak yapılabileceğini ortaya koyan testlerin sonuçları şöyleydi; 1- Bilimadamlarından oluşan ekip, kristal kafatasının günümüzde iletişim sektöründe kullanılan ve bellek kapasitesi diğer materyallerden daha yüksek olan "piezo-elektrik silikon dioksit" isimli bir tür kuartz kristalinden yapıldığını ortaya çıkardı. Günümüzde kullanılan mikroişlemciler de bu maddeden üretilmektedir. Ancak daha da çarpıcı olan, bu kristal türünün henüz 19. yüzyılda keşfedilmiş olmasıdır. 2- Piezo-elektrik silikon dioksit türündeki bu kristal, hem negatif (-) hem pozitif (+) kutuplaşma özelliğine sahiptir. Bu özelliği dolayısıyla kristal kafatası akü ve pillerde olduğu gibi, kendi elektriğini üretebilir. 3- Bilimadamları kutuplaşmış bir seriyi test için kullanarak iki ayrı parçadan oluşan kafatasının alt çenesiyle, üst kafatası kemikleriyle aynı kristal bloğundan yapıldığını tespit ettiler. Kuartz kristalinin elmastan daha yumuşak ve çok daha fazla kırılgan bir madde olması nedeniyle, kafatasının tek bir parça kristalden yontularak elde edilmiş olmasının neredeyse imkansız olması bilimadamlarını hayrete düşürdü. 4- Mikroskop altında inceleme yapan bilimadamları, kafatasının üzerinde modern otomatik aletlerin ya da mekanik aletlerin kullanıldığına dair hiç bir iz bulamadılar. Bilimadamları tek bir parça kristalden alt çene gibi son derece hassas ve nadir bir parçanın modern elmas uçlu aletler kullanılarak dahi kırılmadan oyulmasının imkansız olduğu sonucuna vardı. 5- Bilimadamları kristal kafatasının hiç alet kullanılmadan, elmas parçasıyla aşındırılarak oyulabileceğini, ancak bunun da birkaç insan nesli boyunca 300 yıl gibi bir süre devam etmesi gerektiğini hesapladılar. 6- Günümüzde kristaller eksenleri etrafından yontulurlar. Çünkü kristallerde moleküler bir simetri vardır. Kristali kırmamak için, doğal yapısına göre yani bu moleküler simetriye uygun olarak kesilmesi gerekir. Laser ya da yüksek teknoloji kesme yöntemleri kullanılsa dahi kristaller doğal eksenlerine göre kesilmedikleri takdirde parçalanırlar. Ama bu kristal kafatası, ekseninden tamamen bağımsız şekilde kesilmesine rağmen, fizik kurallarına aykırı olarak, hiç bir kırılma ya da çatlama olmadan yontulmuştur. 7- Kafatasının optik özellikleri de bilimadamlarını şaşkınlığa sürükledi. Kafatasına alttan verilen ışık normal şartlarda heryana yayılması gerekirken, bu kristal içinde bir kanal oluşturarak tam göz yuvalarının olduğu yere odaklanarak dışarı yansıyordu. 8- Kafatasının bir başka şaşırtıcı optik özelliği de, alt-arka kısmına yerleştirilmiş olan prizmadır. Göz çukurlarına çarpan tüm ışık ışınları bu prizmadan yansır. Bu nedenle göz çukurlarının içine doğru bakıldığında, tüm oda kristal kafatasının gözlerinin içinde görülebilir.

140 MİLYONLUK ÇEKİÇ

Bu çekiç fosili bulan bayan Emma Llano Uplift dağında bulmuş olduğu iddia edilmektedir. Yaratılış Müzesi müdürü Dr. Carl E. Baugh, Hans – Joachim Zillmer’e fosil için yapılan araştırmaları inceleme imkânı vermiştir. Araştırmalarda “çekicin sapının kristalize olup taşlaşabilmesi için 100-200 milyon yıl gerektiği” belirtilmektedir. Bu çekiç bir su birikintisi içinde üzeri alüvyonlarla kaplanarak (en az 2 atmosfer basınç altında) oluşmuş olduğu düşünülmektedir. Çekiç birçok bağımsız kuruluş tarafından incelenmiş ve gerçek olduğuna hükmedilmiştir. Ayrıca demir kısmının yüksek kalitede olduğu anlaşılmıştır. Bu çekicin içeriği bugün bizim kullandığımız demir içeriğine sahip değildir. Çekici bulanlar fosili ayırtırken demir kısmını çizmişlerdir. Çentik oluşan yerin 60 yıldır paslanmamış olduğu gözükmektedir. Bu çekicin bizim şu anda kullandığımız yöntemle yapılmadığını gösterir. Bu gün üretilen çelik içinde bakır, titanyum, manganez, kobalt, molibden, vanadyum, tungsten veya nikel gibi maddelerden az miktarda bulunmaktadır. Oysa bu çekiçte bu maddeler yoktur. Yapılan açıklamalarda bu günkü teknolojimizle böyle bir üretim yapılmadığı için bu çekicin insan ürünü olamayacağı söylenmektedir.
Çekicin içinde bulunduğu kayayla kaynaşmış olması onların aynı zamanda var olmalarını gerektiğini gösterir. Kayanın yaşı en az 100-140 milyon yıl olduğundan bu oluşumun en alt sınırının 100 milyon yaşında olduğu düşünülebilir.

300-325 milyon yıllık çömlek

1912′de Oklahama’daki Thomas Büyükşehir Elektrik fabrikasında, iki işçi, fabrika kazanına kürekle kömür atarlarken şaşırtıcı bir bulgu ile karşılaştılar. Kömür parçalarından biri kaldırmak için oldukça büyüktü, bu nedenle işçilerden biri kömürü kırdı. Kömür parçasını kırdığında içinde demir bir çömlek olduğunu gördü. Şekil 4’deki çömlek kömürden çıkarıldığında, çömleğin kalıbı iki parça içinde de görülebiliyordu. Pek çok uzman, demir çömleğin etrafındaki kömürü inceledi ve çömleğin yaklaşık 300 – 325 milyon yıl önce yapıldığını belirlediler. Bu, demirin, MÖ 1200 yılları civarında kullanılmaya başladığını iddia eden bilim için açıklanması mümkün olmayan bir bulgudur. Demirin oksijenle birleşerek yanması sonucu yok olması bizim eskiden kalma demir aletlere ulaşmamızı engelliyor. Onun içinde bilim eskiden demirin kullanılmadığını söyler. Fakat böyle ilginç bir bulgu her şeyi altüst eder ama bilim bunu koyacak yer bulamadığı için görmezden gelir.

Urartular dönemine ait 3000 yıllık mekik

SACSAYHUAMAN TAŞ BLOKLARI 
Peru-Cuzco’daki Sacsayhuaman’ın taş duvarları büyük bir bilmece olarak eski çağlardan karşımıza çıkmaktadır.Burası dünyanın en etkileyici kalıntıları arasında sayılmaktadır.1200 metre yükseklikteki dağda yapılmışlardır.
Taşlar sadece kendi ağırlıkları ve özenli şekilleri itibariyle birbirine tutturulmuşlardır.Yani çimento gibi bir madde kullanılmamıştır.Duvarlar çok sağlamdır. En büyük taş blok 7 metre yüksekliğinde ve 100 ton ağırlığındadır !!! Bu yüzden bazı arkeologlar taşların “ilkel” yöntemlerle işlendiğine inanamıyor ve klasik bilimin kabul ettiğine karşılık karşı teoriler sunmuşlardır.Bu teorilerde levitasyon ve lazer ışınının kullanıldığından bahsediliyor.Bu taşlardaki mükemmel uyum ve yumuşak hatlar  analizlere göre hemen hemen imkansız gibi. Taşlar, duvarın yapım esnasında havada asılı durmuş olmalılarki, bu kadar ince ayrıntılı ebatlarda ve aralarına bir jilet dahi giremeyecek ustalıkla işlenmişlerdir. Harçsız yapı şuan halen sağlamlığını korumaktadır.



Tiahuanaco Şehrindeki Kalıntılar




Tiahuanaco şehrindeki Güneş kapısı
Günümüz araştırmacıları köklerini 12.000 yıla dayandırmaktadırlar.Titicaca gölünün güneyinde kurulan şehir gölün zaman içinde kuruması ve aynı zamanda sahile 12 km uzaklıkta olan bir şehirdir.Tiahuanaco’da bulunan en şaşırtıcı kalıntılardan biri, ekinoksları, mevsimleri, ayın her saatteki durumunu ve hareketlerini gösteren bir takvimdir. Bu takvim, söz konusu bölgede yaşayan insanların çok ileri bir medeniyet seviyesine sahip olduklarını gösteren delillerdendir. Tiahuanaco’daki diğer şaşırtıcı eserler ise, bazıları 100 ton ağırlığını bulan taş bloklardan oluşan yapıtlardır. Tiahuanaco’da en dikkat çekici yapıtlardan biri de Güneş Kapısı’dır. Yekpare taştan meydana getirilen bu eser, 3 metre yüksekliğinde ve 5 metre genişliğindedir. Ağırlığının yaklaşık 10 ton olduğu tahmin edilmektedir. Kapının üzeri çeşitli çizimlerle süslenmiştir. Bu bölgede yaşayanların Güneş Kapısı’nı, nasıl bir yöntem kullanarak inşa ettikleri hala açıklanamamaktadır. Böyle görkemli bir kapının inşasında nasıl bir teknoloji kullanılmıştır? 10 ton ağırlığında kayalar, taş ocaklarından nasıl çıkarılmışlar, nereden hangi tekniklerle taşınmışlardır?Tiahuanaco’nun kurulmuş olduğu bölgenin coğrafi koşulları düşünüldüğünde, herşey çok daha şaşırtıcı bir hal almaktadır. Şehir, normal yerleşim alanlarından kilometrelerce uzakta ve yaklaşık 4 bin metre yükseklikte kurulmuştur. Şehrin bulunduğu yüksek platoda, atmosfer basıncının deniz seviyesinden neredeyse yarı yarıya düşmesi, oksijen oranının da çok azalması nedeniyle, insan gücü gerektiren işleri yapmak çok daha zor hale gelmektedir.
          Tüm bu bilgiler, dünyanın pek çok bölgesinde olduğu gibi burada da geçmişte çok ileri medeniyetlerin yaşadığını dolayısıyla da insanlık tarihinin ileri doğru evrimleştiği iddiasının geçersiz olduğunu göstermektedir.
YONAGUNİ PİRAMİDİ JAPONYA Ryukyu Takımadaları
Boston üniversitesinden dr robert schoch ile bu çalışmayı birlikte gerçekleştirdiği john anthony west de vardi. dr schoch, ilk dalışta uzun uzun yonaguni kalıntılarını inceledi ve görüsünü net bir biçimde açikladı: "bu kayalıklar kesinlikle insan yapısı ve tahmin edebileceğimizden çok çok daha eski. aşaği yukarı, 10000 yıllık!"
aynı yorumu, john anthony west ve japon uzman jeologlar da yaptılar. yüzlerce fotografı dünya basınına dağilan ve uzun sualtı filmleri birçok televizyon kanalında yayımlanan yonaguni binası, artik, son iki yıldır bütün dünyada yakından tanınıyor. 

Kolombiya , Bogota yakınlarında bulunmuş bir insan eli fosili. 
Fosilleştiği kayanın yaşı 100 – 130 milyon yıldır. Yani, fosil de o kadar sene önce meydana gelmiş demektir.

DROPA DİSKLERİ
1938'de dr. chi pu te'in başını çektiği bir ekip çin'in baian-kara-ula dağlarına doğru bir arkeolojik keşfe çıktı. keşfin sonunda ekip antik kültürlerin yaşadığı bazı mağaralarda şaşırtıcı keşifler yaptı.mağaranın tabanında asırların tozu altına gizlenmiş yüzlerce taş disk buldular. disklerin yaşı 10.000 – 12.000 idi. her diskin çapı 22 7 cm ve kalınlığı 2 cm idi. her birinin ortası delikti ve gövdelerine kazınmış sarmal oyuklar vardı. dışarı doğru dönen bu sarmal oyuklar aslında üzerindeki küçük hiyerogliflerde bir kompozison oluşturuyordu. hiyerogliflerde dünya dışından gelen ve buradaki dağlarda kaza geçiren uzay gemilerinden bahsediyordu. uzay gemileri kendilerini dropa diye adlandıran insanlar tarafından kullanılıyordu. dropa diskleri üzerindeki hiyerogliflerin okunmasının ardından ortadan kayboldu.
100 milyon yıllık insan parmağı
Bu cisim Kanada'nın Kuzey kutup bölgesindeki Axel Heiberg adası eski fosiller koleksiyonunda bulunmuştur. İncelemeler bunun bir insan parmağı fosili olduğunu gösteriyor. Bu fosil 100 ile 110 milyon yıl öncesine aittir (Creataceous jeolojik dönemi). Bu fosil " DM93-083 " numarasıyla arşivlenmiştir. Röntgen ışınlarıyla yapılan inceleme sonucunda yukarıdaki resimdeki siyah kısımların parmak kemiklerine ait olduğu ortaya çıkmıştır.

İNSAN YÜZÜ OLAN DENİZ KABUĞU
Üzerinde oyularak yapılmış, tam gelişmemiş olsa da rahatlıkla farkedilen bir insan yüzü bulunan bir deniz kabuğu. Bu buluntu 1881 yılıında jeolog H. Stopes tarafından rapor edilmiştir. Yapılan testler sonucunda, oyma işleminin kabuklu henüz yaşarken yani fosilleşmeden önce yapıldığı ortaya çıkmıştır. Bu deniz kabuğu Pliocene devrine ait ve 2 milyon yıllıktır.


2000 yıllık pil (BAĞDAT PİLİ) 
Alman arkeolog Wilhelm Konig tarafından 1938'de Irak'ın başkenti Bağdat'ın yakınlarında bulunan 2 bin yıllık pil, bilim adamlarını şaşkına düşürdü. Konig, 13 santimetre boyundaki toprak bir kabın içine monte edilmiş bir bakır silindir, onun etrafındaki demir çubuk ve testinin ağzını kapatan asfalttan oluşan bu nesneyi "dünyanın en eski pili" olarak tanımladı. Pilin 2 volt enerji ürettiği saptanırken, 1800'lü yularda modern pili icat eden Alessandro Volta adlı İtalyan kontunun da şöhretine gölge düştü.
MISIR PİRAMİDİNDEKİ AMPÜL ÇİZİMİ
Mısır resimlerinde görülen bu sistemin ışık yayıp yaymadığı test etmek için Avusturyalı elektrik mühendisi Walter Garn, kabartmada yer alan resmi çok detaylı olarak incelemiş ve resimdeki ampulü oluşturan yılanlı teli, duyu, ced sütunu olarak kullanılan izolatörün aynısını yapmıştır. Ortaya çıkan sistem ışık yayarak etrafı aydınlatmıştır.




MİLATTAN ÖNCE 12000 yıl öncesine ait GÖBEKLİTEPE
-----------------------------------------------------------------------------------------
Görüldüğü üzere bize sunulan tarihi bilgilerin çoğunun yanlış olduğu ortaya çıkıyor. İnsanın evriminin maymundan geldiği safsatası da bulunan ayak izleri, parmak kalıntıları mağara resimleriyle çürümüş oluyor. İnsanlar, teknolojileri 20. ve 21. yüzyılda yakalamadıkları daha önceden de var olan teknolojiyi yeniden keşfettikleri gerçeğiyle karşı karşıyayız. 
Atlantis ve Mu kıtası ile ilgili bilgilere baktığınızda orada yaşayan halkın birçok teknolojik cihazları bulundurduğu ve insanda var olan birçok enerjiyi kullanabildikleri telepati, telekinezi, ışınlanma gibi olguları gerçekleştirdikleri rivayet edilir. AD kavmi ve seMUd kavminin kuranda kronolojik olarak ilk bahsedilen kavim olması da tesadüf müdür?  Ve ardından Nuh kavminin helak oluşu da beraber yok olan kavimler ve batık kentlerin oluşması paralel değil midir?  Nuh tufanıyla beraber bu kavimler teknolojileriyle yerin dibini boylamış yok olmuşlardır. Allah 'ın verdiği bilgiyle ilahlık tasladıklarından ve yeryüzünde bozgunculuk çıkardıklarından dolayı yok oluş yaşamışlardır. Farkındaysanız şuanda da teknolojiyle beraber kendini tanrı ilan eden insanlar oluyor.İnsanlar  verilen bilgiyle ve teknolojiyle azar. Eğer teknoloji yoksa taşla sopayla oynar. Allah 'a karşı gelmez çünkü mağara dışındaki her şey onun için tehdittir.
Atlantisliler ve Mu kıtası uygarlıklarından daha sonra da o kavimdeki insanların kullandığı aynı özellikleri yakalayan Süleyman peygamberin diğer canlılara hükmedebilmesi, onun zamanında birinin ışınlanması, rüzgara hükmetmesi de daha önceki bilgilerin yeniden açığa çıkmasıyla mümkün olmuştur diye düşünüyorum. 
Tüm bu verilere baktığımda bana göre teknolojinin sadece bize has bir olgu olmadığını ve teknolojinin sabit bir şekilde yükselmediğini görüyorum.Uygarlıklar kendini geliştirerek keşifler yaparak teknolojilerini geliştiriyorlar. Bu gelişimden sonra kendilerine sunulan imkanlardan sonra kendilerini tanrı ilan ediyorlar bu yüzden Allah onları helak ediyor ve teknolojileri de onlarla birlikte yerin dibini boyluyor. Helak yani yok oluştan sonra arta kalan kavimler taş, tunç, cila çağını tekrar yaşıyor. Geri yükseliyor yine azarlarsa tekrardan teknoloji yok oluyor. Yani teknoloji sürekli yükselen bir olgu değil dalgalı bir şekilde bir tavana çıkıyor sonra sıfırlanıp tekrardan yükselişe geçiyor. 

Selam ve dua ile...