6 Temmuz 2016 Çarşamba

ESKİ MEDENİYETLERDE TEKNOLOJİ VAR MIYDI?


İnsanlık tarihinde sadece son yüzyıllarda teknolojik gelişmeler olduğu ve ondan önce hiç teknolojik bir kıpırdama yaşanmadığı tahmin edilmiştir. Teknolojinin sadece bize has olduğu önceki kavimlerin sadece mağaralarda yaşayan insanlar olduğu zannedilmiştir.

Allah Adem'e bütün varlıkların isimlerini öğretti. 
(bkz.bakara 31 den)

Onlar yeryüzünde dolaşıp, kendilerinden önce gelenlerin akıbetlerinin nasıl olduğuna bakmadılar mı? Onlar kendilerinden daha çok, daha GÜÇLÜ ve onların yeryüzündeki ESERLERİ DAHA ÜSTÜNDÜ. Fakat kazanmakta oldukları şeyler onlara bir fayda vermemişti. (mümin 82)

Çoğu insan Ademe öğretilen bu varlıkların isimlerini belli başlı isimler olarak nitelendirir. Yani sadece isimden ibaret olduğunu başka bir şeyi ifade etmediğini düşünürler. Halbuki durum böyle değildir. Tüm varlıkların ismini bilmek onu kullanmayı da beraber getirir. Mesela ateşin varlığını bilmek aynı zamanda ateşi yakmayı bilmekten geçer. Hangi malzemelerin ateşi tutuşturulacağını bilmekte öyle. Barınağı bilmek yenilecek yemekleri bilmek, canlı türlerini ve hangilerinin insan sağlığını etkilediğini bilmek bunların isimlerini bilmektir. Tüm canlı ve cansız bütün varlıkların ismini bilip ondan haberdar olmak birçok bilgiyi bilmek demektir. İşte tüm bu bilgiler Ademe verildi. Yani bilindik anlamda cilalı taş devri, yontma taş devri, tunç devri gibi çağlardan çok çok önce insan çok şey biliyordu. Yani bize anlatıldığı gibi ilk insanlar hiçbir şey bilmeyen yabani varlıklar değildi.Teknolojiye ve birçok bilgiye erişmiş insanlardı. Şimdi kanıtlara geçelim...

CHAUVET MAĞARASI RESİMLERİ (30.000-33.000 yıl önce çizilmiş resimler) fransa


Aslanlar paneli resmi CHAUVET MAĞARASI

Mağarada bulunan resimler yapılan karbon testleri sonucu günümüzden 33.000 yıl öncesine ait çizimlerdir.


800.000 YILLIK İNSAN AYAK İZİ (İNGİLTERE) 

800.000 YILLIK İNSAN AYAK İZİ  ( İNGİLTERE)

İngiltere'deki Norfolk bölgesinde bilim insanları, Afrika kıtası dışındaki en eski insan ayak izlerini keşfettiler. Happisburgh kıyısında bulunan ayak izlerinin yaşının, 800 bin yıldan fazla olduğu belirtildi. Ayak izlerinin Kuzey Avrupa'ya gelen ilk insanlara dair bir kanıt olduğunu belirten İngiliz Müzesi'nden Dr. Nick Ashton, "Ayak izleri,Britanya kıyılarında bulunan en önemli keşiflerden biri. Britanya ve Avrupa'daki ilk insanlar hakkındaki bilgilerimizi yeniden yazacak" diye konuştu. Görüntülerin analizini yapan Dr. Isabelle De Groote, izlerin kesinlikle insan ayak izleri olduğunu, büyük ihtimalle bir yetişkin erkek ve beş çocuktan oluşan bir gruba ait olabileceğini söyledi. 

Bazı izlerde topuk, ayak kemeri ve hatta ayak parmaklarının anlaşılabildiğini belirten De Groote, "Ayak izlerini ilk duyduğumda afallamıştım. İzlerin en uzunu 1.75 metre ve en kısanın 91 cm. boylarında olan iki erkeğe ait olduğu anlaşılıyor. Diğer büyük izlerin genç erkeklere yada kadınlara ait olma ihtimali var. Geçmişe ilk bakışımızda, bölgede birlikte yürüyen bir aile görüyoruz" dedi. 

ANTİKİTERA MAKİNESİ 
1900 yılında paskalya'dan birkaç gün önce , yunan bir grup sünger avcısı , antikythera adlı küçük bir adanın yakınında su altına dalış yaparken , antik bir geminin kalıntılarına rastladılar . kalıntıların arasında m.ö. 50 yılından kalma bronz ve mermer heykeller vardı , dalgıçlar bunları çıkarmaya çalışırken şekilsiz garip bir cisme rastladılar , bu cisim sonradan incelenmek üzere atina müzesi'ne yollandı . cisim temizlendi , çürümüş bronz ve tahta kalıntılarının arasında modern bir saatin dişli çarklarına benzeyen dişliler bulundu . 1958'de dr. derek j. de solla price , uzun bir çalışma sonucunda cismin bir taslağını yaptı , bu bir makinaydı . dişlilerin çalışması sonucunda ayın ve güneşin hareketleri hesaplanabiliyordu . bir saat değildi ama bir tür hesap makinesiydi ve en önemlisi yıldızların geçmişteki ve gelecekteki konumlarını gösteriyordu . büyük olasılıkla antikythera aygıtı , eski yunan'ın çok öncesinde yapılmıştı ; gizem hala çözülmüş değil ; aygıt müzede duruyor ve bir benzerine hala rastlanmadı.

KRİSTAL KAFATASI 
Kristal kafatasında kullanılan teknolojinin sırrı çözülemedi... İngiliz Anna Mitchell Hedges, 1 Ocak 1924'de Mayaların kayıp şehri Lubaantun'da piramit tapınağının mihrabının altında kristal bir kafatası buldu. Gerçek insan kafatası boyutlarında olan bu kafatası tamamen şeffaf kuartz kristalinden yapılmıştı. Kristaller karbon içermediği için bu kristal kafatası, dünyaca ünlü Hewlett Packard firmasının bilim adamları tarafından çok çeşitli testlere tabi tutuldu. Sonuçlar bilim adamlarını hayrete düşürdü. Kristal kafatasının ancak ileri bir teknoloji kullanılarak yapılabileceğini ortaya koyan testlerin sonuçları şöyleydi; 1- Bilimadamlarından oluşan ekip, kristal kafatasının günümüzde iletişim sektöründe kullanılan ve bellek kapasitesi diğer materyallerden daha yüksek olan "piezo-elektrik silikon dioksit" isimli bir tür kuartz kristalinden yapıldığını ortaya çıkardı. Günümüzde kullanılan mikroişlemciler de bu maddeden üretilmektedir. Ancak daha da çarpıcı olan, bu kristal türünün henüz 19. yüzyılda keşfedilmiş olmasıdır. 2- Piezo-elektrik silikon dioksit türündeki bu kristal, hem negatif (-) hem pozitif (+) kutuplaşma özelliğine sahiptir. Bu özelliği dolayısıyla kristal kafatası akü ve pillerde olduğu gibi, kendi elektriğini üretebilir. 3- Bilimadamları kutuplaşmış bir seriyi test için kullanarak iki ayrı parçadan oluşan kafatasının alt çenesiyle, üst kafatası kemikleriyle aynı kristal bloğundan yapıldığını tespit ettiler. Kuartz kristalinin elmastan daha yumuşak ve çok daha fazla kırılgan bir madde olması nedeniyle, kafatasının tek bir parça kristalden yontularak elde edilmiş olmasının neredeyse imkansız olması bilimadamlarını hayrete düşürdü. 4- Mikroskop altında inceleme yapan bilimadamları, kafatasının üzerinde modern otomatik aletlerin ya da mekanik aletlerin kullanıldığına dair hiç bir iz bulamadılar. Bilimadamları tek bir parça kristalden alt çene gibi son derece hassas ve nadir bir parçanın modern elmas uçlu aletler kullanılarak dahi kırılmadan oyulmasının imkansız olduğu sonucuna vardı. 5- Bilimadamları kristal kafatasının hiç alet kullanılmadan, elmas parçasıyla aşındırılarak oyulabileceğini, ancak bunun da birkaç insan nesli boyunca 300 yıl gibi bir süre devam etmesi gerektiğini hesapladılar. 6- Günümüzde kristaller eksenleri etrafından yontulurlar. Çünkü kristallerde moleküler bir simetri vardır. Kristali kırmamak için, doğal yapısına göre yani bu moleküler simetriye uygun olarak kesilmesi gerekir. Laser ya da yüksek teknoloji kesme yöntemleri kullanılsa dahi kristaller doğal eksenlerine göre kesilmedikleri takdirde parçalanırlar. Ama bu kristal kafatası, ekseninden tamamen bağımsız şekilde kesilmesine rağmen, fizik kurallarına aykırı olarak, hiç bir kırılma ya da çatlama olmadan yontulmuştur. 7- Kafatasının optik özellikleri de bilimadamlarını şaşkınlığa sürükledi. Kafatasına alttan verilen ışık normal şartlarda heryana yayılması gerekirken, bu kristal içinde bir kanal oluşturarak tam göz yuvalarının olduğu yere odaklanarak dışarı yansıyordu. 8- Kafatasının bir başka şaşırtıcı optik özelliği de, alt-arka kısmına yerleştirilmiş olan prizmadır. Göz çukurlarına çarpan tüm ışık ışınları bu prizmadan yansır. Bu nedenle göz çukurlarının içine doğru bakıldığında, tüm oda kristal kafatasının gözlerinin içinde görülebilir.

140 MİLYONLUK ÇEKİÇ

Bu çekiç fosili bulan bayan Emma Llano Uplift dağında bulmuş olduğu iddia edilmektedir. Yaratılış Müzesi müdürü Dr. Carl E. Baugh, Hans – Joachim Zillmer’e fosil için yapılan araştırmaları inceleme imkânı vermiştir. Araştırmalarda “çekicin sapının kristalize olup taşlaşabilmesi için 100-200 milyon yıl gerektiği” belirtilmektedir. Bu çekiç bir su birikintisi içinde üzeri alüvyonlarla kaplanarak (en az 2 atmosfer basınç altında) oluşmuş olduğu düşünülmektedir. Çekiç birçok bağımsız kuruluş tarafından incelenmiş ve gerçek olduğuna hükmedilmiştir. Ayrıca demir kısmının yüksek kalitede olduğu anlaşılmıştır. Bu çekicin içeriği bugün bizim kullandığımız demir içeriğine sahip değildir. Çekici bulanlar fosili ayırtırken demir kısmını çizmişlerdir. Çentik oluşan yerin 60 yıldır paslanmamış olduğu gözükmektedir. Bu çekicin bizim şu anda kullandığımız yöntemle yapılmadığını gösterir. Bu gün üretilen çelik içinde bakır, titanyum, manganez, kobalt, molibden, vanadyum, tungsten veya nikel gibi maddelerden az miktarda bulunmaktadır. Oysa bu çekiçte bu maddeler yoktur. Yapılan açıklamalarda bu günkü teknolojimizle böyle bir üretim yapılmadığı için bu çekicin insan ürünü olamayacağı söylenmektedir.
Çekicin içinde bulunduğu kayayla kaynaşmış olması onların aynı zamanda var olmalarını gerektiğini gösterir. Kayanın yaşı en az 100-140 milyon yıl olduğundan bu oluşumun en alt sınırının 100 milyon yaşında olduğu düşünülebilir.

300-325 milyon yıllık çömlek

1912′de Oklahama’daki Thomas Büyükşehir Elektrik fabrikasında, iki işçi, fabrika kazanına kürekle kömür atarlarken şaşırtıcı bir bulgu ile karşılaştılar. Kömür parçalarından biri kaldırmak için oldukça büyüktü, bu nedenle işçilerden biri kömürü kırdı. Kömür parçasını kırdığında içinde demir bir çömlek olduğunu gördü. Şekil 4’deki çömlek kömürden çıkarıldığında, çömleğin kalıbı iki parça içinde de görülebiliyordu. Pek çok uzman, demir çömleğin etrafındaki kömürü inceledi ve çömleğin yaklaşık 300 – 325 milyon yıl önce yapıldığını belirlediler. Bu, demirin, MÖ 1200 yılları civarında kullanılmaya başladığını iddia eden bilim için açıklanması mümkün olmayan bir bulgudur. Demirin oksijenle birleşerek yanması sonucu yok olması bizim eskiden kalma demir aletlere ulaşmamızı engelliyor. Onun içinde bilim eskiden demirin kullanılmadığını söyler. Fakat böyle ilginç bir bulgu her şeyi altüst eder ama bilim bunu koyacak yer bulamadığı için görmezden gelir.

Urartular dönemine ait 3000 yıllık mekik

SACSAYHUAMAN TAŞ BLOKLARI 
Peru-Cuzco’daki Sacsayhuaman’ın taş duvarları büyük bir bilmece olarak eski çağlardan karşımıza çıkmaktadır.Burası dünyanın en etkileyici kalıntıları arasında sayılmaktadır.1200 metre yükseklikteki dağda yapılmışlardır.
Taşlar sadece kendi ağırlıkları ve özenli şekilleri itibariyle birbirine tutturulmuşlardır.Yani çimento gibi bir madde kullanılmamıştır.Duvarlar çok sağlamdır. En büyük taş blok 7 metre yüksekliğinde ve 100 ton ağırlığındadır !!! Bu yüzden bazı arkeologlar taşların “ilkel” yöntemlerle işlendiğine inanamıyor ve klasik bilimin kabul ettiğine karşılık karşı teoriler sunmuşlardır.Bu teorilerde levitasyon ve lazer ışınının kullanıldığından bahsediliyor.Bu taşlardaki mükemmel uyum ve yumuşak hatlar  analizlere göre hemen hemen imkansız gibi. Taşlar, duvarın yapım esnasında havada asılı durmuş olmalılarki, bu kadar ince ayrıntılı ebatlarda ve aralarına bir jilet dahi giremeyecek ustalıkla işlenmişlerdir. Harçsız yapı şuan halen sağlamlığını korumaktadır.



Tiahuanaco Şehrindeki Kalıntılar




Tiahuanaco şehrindeki Güneş kapısı
Günümüz araştırmacıları köklerini 12.000 yıla dayandırmaktadırlar.Titicaca gölünün güneyinde kurulan şehir gölün zaman içinde kuruması ve aynı zamanda sahile 12 km uzaklıkta olan bir şehirdir.Tiahuanaco’da bulunan en şaşırtıcı kalıntılardan biri, ekinoksları, mevsimleri, ayın her saatteki durumunu ve hareketlerini gösteren bir takvimdir. Bu takvim, söz konusu bölgede yaşayan insanların çok ileri bir medeniyet seviyesine sahip olduklarını gösteren delillerdendir. Tiahuanaco’daki diğer şaşırtıcı eserler ise, bazıları 100 ton ağırlığını bulan taş bloklardan oluşan yapıtlardır. Tiahuanaco’da en dikkat çekici yapıtlardan biri de Güneş Kapısı’dır. Yekpare taştan meydana getirilen bu eser, 3 metre yüksekliğinde ve 5 metre genişliğindedir. Ağırlığının yaklaşık 10 ton olduğu tahmin edilmektedir. Kapının üzeri çeşitli çizimlerle süslenmiştir. Bu bölgede yaşayanların Güneş Kapısı’nı, nasıl bir yöntem kullanarak inşa ettikleri hala açıklanamamaktadır. Böyle görkemli bir kapının inşasında nasıl bir teknoloji kullanılmıştır? 10 ton ağırlığında kayalar, taş ocaklarından nasıl çıkarılmışlar, nereden hangi tekniklerle taşınmışlardır?Tiahuanaco’nun kurulmuş olduğu bölgenin coğrafi koşulları düşünüldüğünde, herşey çok daha şaşırtıcı bir hal almaktadır. Şehir, normal yerleşim alanlarından kilometrelerce uzakta ve yaklaşık 4 bin metre yükseklikte kurulmuştur. Şehrin bulunduğu yüksek platoda, atmosfer basıncının deniz seviyesinden neredeyse yarı yarıya düşmesi, oksijen oranının da çok azalması nedeniyle, insan gücü gerektiren işleri yapmak çok daha zor hale gelmektedir.
          Tüm bu bilgiler, dünyanın pek çok bölgesinde olduğu gibi burada da geçmişte çok ileri medeniyetlerin yaşadığını dolayısıyla da insanlık tarihinin ileri doğru evrimleştiği iddiasının geçersiz olduğunu göstermektedir.
YONAGUNİ PİRAMİDİ JAPONYA Ryukyu Takımadaları
Boston üniversitesinden dr robert schoch ile bu çalışmayı birlikte gerçekleştirdiği john anthony west de vardi. dr schoch, ilk dalışta uzun uzun yonaguni kalıntılarını inceledi ve görüsünü net bir biçimde açikladı: "bu kayalıklar kesinlikle insan yapısı ve tahmin edebileceğimizden çok çok daha eski. aşaği yukarı, 10000 yıllık!"
aynı yorumu, john anthony west ve japon uzman jeologlar da yaptılar. yüzlerce fotografı dünya basınına dağilan ve uzun sualtı filmleri birçok televizyon kanalında yayımlanan yonaguni binası, artik, son iki yıldır bütün dünyada yakından tanınıyor. 

Kolombiya , Bogota yakınlarında bulunmuş bir insan eli fosili. 
Fosilleştiği kayanın yaşı 100 – 130 milyon yıldır. Yani, fosil de o kadar sene önce meydana gelmiş demektir.

DROPA DİSKLERİ
1938'de dr. chi pu te'in başını çektiği bir ekip çin'in baian-kara-ula dağlarına doğru bir arkeolojik keşfe çıktı. keşfin sonunda ekip antik kültürlerin yaşadığı bazı mağaralarda şaşırtıcı keşifler yaptı.mağaranın tabanında asırların tozu altına gizlenmiş yüzlerce taş disk buldular. disklerin yaşı 10.000 – 12.000 idi. her diskin çapı 22 7 cm ve kalınlığı 2 cm idi. her birinin ortası delikti ve gövdelerine kazınmış sarmal oyuklar vardı. dışarı doğru dönen bu sarmal oyuklar aslında üzerindeki küçük hiyerogliflerde bir kompozison oluşturuyordu. hiyerogliflerde dünya dışından gelen ve buradaki dağlarda kaza geçiren uzay gemilerinden bahsediyordu. uzay gemileri kendilerini dropa diye adlandıran insanlar tarafından kullanılıyordu. dropa diskleri üzerindeki hiyerogliflerin okunmasının ardından ortadan kayboldu.
100 milyon yıllık insan parmağı
Bu cisim Kanada'nın Kuzey kutup bölgesindeki Axel Heiberg adası eski fosiller koleksiyonunda bulunmuştur. İncelemeler bunun bir insan parmağı fosili olduğunu gösteriyor. Bu fosil 100 ile 110 milyon yıl öncesine aittir (Creataceous jeolojik dönemi). Bu fosil " DM93-083 " numarasıyla arşivlenmiştir. Röntgen ışınlarıyla yapılan inceleme sonucunda yukarıdaki resimdeki siyah kısımların parmak kemiklerine ait olduğu ortaya çıkmıştır.

İNSAN YÜZÜ OLAN DENİZ KABUĞU
Üzerinde oyularak yapılmış, tam gelişmemiş olsa da rahatlıkla farkedilen bir insan yüzü bulunan bir deniz kabuğu. Bu buluntu 1881 yılıında jeolog H. Stopes tarafından rapor edilmiştir. Yapılan testler sonucunda, oyma işleminin kabuklu henüz yaşarken yani fosilleşmeden önce yapıldığı ortaya çıkmıştır. Bu deniz kabuğu Pliocene devrine ait ve 2 milyon yıllıktır.


2000 yıllık pil (BAĞDAT PİLİ) 
Alman arkeolog Wilhelm Konig tarafından 1938'de Irak'ın başkenti Bağdat'ın yakınlarında bulunan 2 bin yıllık pil, bilim adamlarını şaşkına düşürdü. Konig, 13 santimetre boyundaki toprak bir kabın içine monte edilmiş bir bakır silindir, onun etrafındaki demir çubuk ve testinin ağzını kapatan asfalttan oluşan bu nesneyi "dünyanın en eski pili" olarak tanımladı. Pilin 2 volt enerji ürettiği saptanırken, 1800'lü yularda modern pili icat eden Alessandro Volta adlı İtalyan kontunun da şöhretine gölge düştü.
MISIR PİRAMİDİNDEKİ AMPÜL ÇİZİMİ
Mısır resimlerinde görülen bu sistemin ışık yayıp yaymadığı test etmek için Avusturyalı elektrik mühendisi Walter Garn, kabartmada yer alan resmi çok detaylı olarak incelemiş ve resimdeki ampulü oluşturan yılanlı teli, duyu, ced sütunu olarak kullanılan izolatörün aynısını yapmıştır. Ortaya çıkan sistem ışık yayarak etrafı aydınlatmıştır.




MİLATTAN ÖNCE 12000 yıl öncesine ait GÖBEKLİTEPE
-----------------------------------------------------------------------------------------
Görüldüğü üzere bize sunulan tarihi bilgilerin çoğunun yanlış olduğu ortaya çıkıyor. İnsanın evriminin maymundan geldiği safsatası da bulunan ayak izleri, parmak kalıntıları mağara resimleriyle çürümüş oluyor. İnsanlar, teknolojileri 20. ve 21. yüzyılda yakalamadıkları daha önceden de var olan teknolojiyi yeniden keşfettikleri gerçeğiyle karşı karşıyayız. 
Atlantis ve Mu kıtası ile ilgili bilgilere baktığınızda orada yaşayan halkın birçok teknolojik cihazları bulundurduğu ve insanda var olan birçok enerjiyi kullanabildikleri telepati, telekinezi, ışınlanma gibi olguları gerçekleştirdikleri rivayet edilir. AD kavmi ve seMUd kavminin kuranda kronolojik olarak ilk bahsedilen kavim olması da tesadüf müdür?  Ve ardından Nuh kavminin helak oluşu da beraber yok olan kavimler ve batık kentlerin oluşması paralel değil midir?  Nuh tufanıyla beraber bu kavimler teknolojileriyle yerin dibini boylamış yok olmuşlardır. Allah 'ın verdiği bilgiyle ilahlık tasladıklarından ve yeryüzünde bozgunculuk çıkardıklarından dolayı yok oluş yaşamışlardır. Farkındaysanız şuanda da teknolojiyle beraber kendini tanrı ilan eden insanlar oluyor.İnsanlar  verilen bilgiyle ve teknolojiyle azar. Eğer teknoloji yoksa taşla sopayla oynar. Allah 'a karşı gelmez çünkü mağara dışındaki her şey onun için tehdittir.
Atlantisliler ve Mu kıtası uygarlıklarından daha sonra da o kavimdeki insanların kullandığı aynı özellikleri yakalayan Süleyman peygamberin diğer canlılara hükmedebilmesi, onun zamanında birinin ışınlanması, rüzgara hükmetmesi de daha önceki bilgilerin yeniden açığa çıkmasıyla mümkün olmuştur diye düşünüyorum. 
Tüm bu verilere baktığımda bana göre teknolojinin sadece bize has bir olgu olmadığını ve teknolojinin sabit bir şekilde yükselmediğini görüyorum.Uygarlıklar kendini geliştirerek keşifler yaparak teknolojilerini geliştiriyorlar. Bu gelişimden sonra kendilerine sunulan imkanlardan sonra kendilerini tanrı ilan ediyorlar bu yüzden Allah onları helak ediyor ve teknolojileri de onlarla birlikte yerin dibini boyluyor. Helak yani yok oluştan sonra arta kalan kavimler taş, tunç, cila çağını tekrar yaşıyor. Geri yükseliyor yine azarlarsa tekrardan teknoloji yok oluyor. Yani teknoloji sürekli yükselen bir olgu değil dalgalı bir şekilde bir tavana çıkıyor sonra sıfırlanıp tekrardan yükselişe geçiyor. 

Selam ve dua ile...