23 Nisan 2016 Cumartesi

MEHDİ/MESİH/KURTARICI İNANCI







İnsanlık tarihi kadar eski bir inanç olan bir kurtarıcının gelip bizleri kurtaracağı inancı, tüm dinlerde, tüm toplumlarda inanç esasları içerisine girmiştir. Bu inancın temeli yaşanan adaletsizliğe karşı, savaşlara karşı bir umut tesellisidir. Ya biz böyle haksızlığa uğradık ama birileri gelecek bu haksızlığı giderecek tarzı bir teselliyi oluşturur. Peki bu inancın bir aslı var mı? Gelecek biri olacaksa bizim tutumumuz ne olacak? Biz yaşarken gelmediyse biz sadece beklemekle mi yetineceğiz? 

Mesih inancının çıkmasını açıklayan iki görüş vardır. Birinci teoriye göre “beklenen kurtarıcı” inancı ilk defa Sümerlerde doğmuş, Babillilerde ve Mısırlılarda gelişmeye devam etmiş ve dünyaya bu iki kanaldan yayılmıştır. Bir başka teoriye göre ise her din ve ulusun beklediği Mesih kendi tarihi, psikolojik ve sosyolojik şartları içinde gelişmiştir.
Beklenen kurtarıcı inancının her dinin kendi tarihi, psikolojik ve sosyolojik şartlarına göre doğmuş ve gelişmiş olduğunu savunan ikinci görüşe göre ise, yeryüzündeki hemen bütün ilkel dinlerde bir kurtarıcı inancı gözüktüğü gibi geçmişin bütün büyük dinlerinde de bu inanca rastlanmaktadır.
Eski İran’da, Brezilya’da, Yeni Gine’de ve Azteklerde beklenen kurtarıcı inancına rastlanmaktadır. Örneğin eski İran’da Saoşyant (Sosiosh) ahir zamanda beklenen kurtarıcılardan biridir. Tanrı Ahura Mazda onu kendisine elçi olarak kıyametten önce gönderecek ve o, insanlığı dine döndürecektir. Mecusilik’te ise kurtarıcı bir şahsiyeti ifade eden kelime yardımcı, yardım eden anlamlarına gelen “Soaşyant” olup; bu, Ahir zamanda gelip yeryüzünde ilâhi adaleti hâkim kılacağına inanılan “Bahman Varjawandi” dir.


Zerdüşt dininde “Mithra” semadan dünyaya inecek, çok müthiş bir savaş sonucunda Ehriman ordularına karşı kesin bir zafer kazanacak, bu orduları cehenneme atacak, ölüleri gerçek şekilleriyle diriltecek, muhakeme edecek, günahkârları cehennem azabına gönderecek, iyileri cennete koyacak ve böylece “1.000” senelik barış ve sükûnet dönemi başlayacaktır. Kıyametten önce kurtarıcı peygamberin gelmesi Zerdüştizm’in inançları arasındadır. O, yeryüzünü zulüm ve haksızlıktan kurtarıp mutlu hükümranlığını kuracaktır.
Manheizm’in lideri “Mani”, Sasani imparatoru Behram tarafından öldürüldüğünde adaleti gerçekleştirmek üzere yeniden geleceğine inanılmıştır. Benzer bir inanç Mazdeklerde de vardır ve Mazdek’in yeryüzünü kötülüklerden temizlemek üzere geleceğine inanmaktadırlar.
Brezilya yerlileri ise deniz yoluyla gelecek bir kurtarıcıya inanmaktadırlar. Sosyologların “cargo cults” (gemi kültü) şeklinde ifade ettikleri beyaz adamın bir gemiyle geçip kendilerini kurtaracağı şeklinde ifade edilen bu inanç Güney Pasifik’te bulunan Melanizya’da da görülmektedir.
Eski Amerika yerlileri olan Azteklerde “gelecek kurtarıcı”, tanrı “Quetzalcoalt” idi. Onlar bunun kendilerini düşmanlarından kurtaracağına, ilâhi adaleti gerçekleştireceğine inanırlardı.
Kuzey Amerika yerlilerinden Algonkinlerin, Montagnai kabilesinin müstakbel kurtarıcısı, efsanevi kült kahramanları “Tsekabec”dir. Bu isim sadece Montagnai kabilesinde kullanılır. Batılı araştırmacılar Kuzey Amerika yerlileri arasındaki kurtarıcı inanç ve hareketlerinin genel bir ifadesi olarak “Ghost-Danc” deyimini kullanmışlardır. Mayaların bekledikleri kurtarıcı ise “Kukulkan” dır.
Güneydoğu Asya’da gelecekle ilgili mitoloji hayli gelişmiştir. Özellikle Kalimantan, Nias ve Jawa’da kurtarıcı mesih inancına rastlanmaktadır. Onların kutsal kitabı Bharatayuddha’ya göre jayabovya isminde bir kurtarıcı beklenmektedir. 19.yy. edebiyatçılarından Rangawasıta’nın (ö.1873) eserlerinde bu fikir işlenmektedir. Bozuk ve çılgın dönemden sonra adaletli kral (ratu adil) dönemi gelecektir. Bu altın çağ beklentisi günümüz Jawa halkında hâlâ bulunmaktadır.
Budistlere göre “Budda”, Brahmanlara göre “Brahma” hâlâ hayattadır ve bir gün gelecektir. Hindulara göre henüz gerçekleşmemiş olan onuncu Avatara, bütün dünya için gerçekleşecektir. Bu Avatara saflık ve mükemmelliğin sembolü olan beyaz bir ata binmiş, elinde kılıçla tasavvur edile gelmiştir. Avataranın karanlık çağa son verip altın çağla yeni bir dönemi başlatması beklenir. Hindularda kurtarıcı kavramı çok gelişmemiştir. Ahir zamanda geleceğine inanılan muhteşem hükümdar kurtarıcı “Kalki” dir. Bazen “Kalkin” veya “Kalkih” olarak da telaffuz edilmiştir. Rama veya Krişna, Vişnu’nun geçmişteki avataraları olduğu gibi, Kalki de Vişnu’nun gelecek avatarasıdır.
Kurtarıcı bir Mesih’i bekleme inancı Afrika, Güney Amerika ve Okyanusya’ da ezilmiş toplumların ümitle bekledikleri, sosyal bir protesto ve başkaldırı ile huzur dolu bir toplum arayışı arzularına dayanmaktadır. İlkel kavimlerden Yeni Gine halkı “Mensren” adında bir kurtarıcının zenginliklerle dolu bir gemi ile geleceğine ve kendilerini yabancı hâkimiyetinden kurtaracağına inanırlar.
Eski Ahid’e göre beklenen mesih, ahir zamanda Davud’un soyundan gelecek, tüm Yahudi halkını vadedilen topraklara yerleştirecek, Tanrı adına Kudüs’te Siyon dağında bir tapınak kuracak, Tanrı ile baba-oğul gibi yakın olacak, krallığı sonsuza dek sürecek, davranışlarının temelinde adalet ve sadakat olacaktır. Onun döneminde vahşi hayvanlar bile uysallaşacaktır. Aynı zamanda o, siyasî tarafı ağır basan kurtarıcı dini bir lider olacaktır.

Görüldüğü üzere bir kurtarıcı inancı her zaman varolmuştur. Peki Kuran bu konuda ne diyor? 

Kuranda mehdi olarak bahsedilen bir şahıstan bahsetmez. Yani sıfat olarak böyle bir şahıstan bahsetmez. Çünkü kuranda resul/uyarıcı/tebliğ edici  sıfatlarına yer verir.  Geleneksel görüşe göre son resulde ,son nebide Hz.Muhammed olduğu için bundan sonra gelecek kişiye mehdi yakıştırması yapmışlardır. Doğrusu kuranda Hz.Muhammedin son nebi olduğu geçmektedir. Son resul olduğu geçmemektedir. Ayetlere takla attıranlar Muhammed peygamberin hem son nebi hemde son resul olduğunu söylemişlerdir. İlgili ayetleri inceleyelim...

Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir; ancak o, Allah'ın Resûlü ve nebilerin sonuncusudur. Allah, her şeyi bilendir. (ahzap 40)

Ayette özellikle vurgulanan şey o Allah'ın resulü ve nebilerin sonuncusudur ifadesidir. Ayette resullerinin sonuncusu ve nebilerin sonuncusudur denilmemiştir ya da resullerinin ve nebilerinin sonuncusudur denilmemiştir. Bu yüzden Hz.Muhammed son Nebidir ama son resul değildir. 

Kuranı bütünlemesine okuduğunuzda zaten bu sonuca çıkıyorsunuz. Çünkü kurana göre Nebi kavramı görev verilen peygamberlerin yani resullerin ayrıca kitap sahibi olmasına nebi denildiği görülmektedir. Geleneksel anlayış bunun tam tersini savunsada ayetler bunu söylememektedir. 

Dedi ki: "muhakkak ben Allah'ın kuluyum. (Allah) " Bana Kitabı verdi ve beni nebi kıldı 
(meryem 30) 

Hz.İsa peygamberimiz kendisine kitap verilince Nebi olduğunu vurgulamıştır. Son gelen kitap Kuran-ı Kerim olduğu için ve kıyamete kadar korunacağı için Hz.Muhammed peygamberimizin son nebi olması gerekir. Zaten ahzab suresi 40. ayette de Nebiliğin son bulduğuna vurgu yapılmıştı. Nebilik ve resullük kavramı iki ayrı kavramdır. Bu yüzden ayetlerde o resul ve nebi idi gibi kavramlar ayrı ayrı zikredilmiştir.

Kitap'ta Musa'yı da an. Gerçekten o ihlâs sahibi idi ve hem resûl, hem de nebî idi. (meryem 51)

Kitapta İsmail'i de an. Doğrusu o sözünde sâdık bir kimse; bir resul aynı zamanda nebî idi. (meryem 54)

Ayetlere göre bu iki kavram aynı kişilik üzerinde durmaktadır. Resullük kavramı Allah tarafından görevlendirilmiş olan elçiliktir. Nebilik ise bu elçilikle beraber kendisine kitap verilmesidir. Yani Allah bir kula ''Git şu sapıklaşmış kavmi uyar. Git firavuna tebliğ et'' gibi görevler sunmuşsa işte bu görev artık Allah 'ın elçiliği görevi yani RESULLÜK görevidir. Aynı zamanda bu görev yanında kitap göndermişse resul olarak görevli o kişinin NEBİLİK makamında olduğunu gösterir. Yani bir kişinin vahiy alarak görevlendirilmesi Resullük, vahiyle birlikte ona kitap gönderilmesi hem resullük hemde nebilik aldığının göstergesidir. 

Kuranda, Allah' ın nebilerden söz aldığını söylemektedir. Bu sözde ''Her nebi kendisinden sonra gelecek resulü destekleyecek ve ona sahip çıkacaktır sözüdür. Allah, Muhammed peygamberimizden de söz aldığını söylemektedir. Yani Hz.Muhammed peygamberimizde, kendisinden sonra gelecek resulü destekleyeceğine dair söz vermiştir.  İlgili ayetler:

Hani biz nebilerden söz almıştık; Muhammed'den , Nuh'tan, İbrahim'den, Musa'dan ve Meryem oğlu İsa'dan da. (Evet) biz onlardan pek sağlam bir söz aldık. (ahzab 7)

Ve Allah, nebilerden, "Size kitap ve hikmet verdim. Sonra size, beraberinizde olanı (Allah'ın size verdiği kitapları) tasdik eden bir Resûl geldiği zaman, ona mutlaka îmân edeceksiniz ve ona mutlaka yardım edeceksiniz" diye misak aldığı zaman, "kabul ettiniz mi ve bu ağır (ahdimi) üzerinize aldınız mı?" diye buyurdu. (Onlar da): "İkrar ettik (kabul ettik)" dediler.  "Öyleyse şahit olun ve Ben sizinle beraber şahitlerdenim." buyurdu. (ali imran 81)


Farkındaysanız ahzab suresi 7. ayette Nebilerden bahseder ve hepside kitap verilen peygamberlerdir. Yani nebiliğin kitap verilmeyle alakası olduğunu bu ayetten anlayabilisiniz ve dikkat ettiyseniz sayılan peygamberlerin kitaplarında hep kendinden sonra gelecek birinin varlığından söz etmiştir. Tüm peygamberler ben önceki peygamberleri doğrulamaya geldim demiştir. Ben birden türemiş peygamber değilim. Önceki peygamberler ne söylüyorsa aynısını söylüyorum demiştir. Hiçbir peygamberde benden sonra kimse gelmeyecek dememiştir. Kuranda da benden sonra peygamber gelmeyecek dememiştir. Aksine Allah'ın kanununun sabit olduğunu her döneme ve her kavme bir resul geleceğini ve hiçbir resul gelmeden helak olmayacaklarını dile getirmiştir. 

1- Allah, her kavme kendi dilinden, kendi ırkından, kendi cinsinden birini resul/uyarıcı/peygamber olarak gönderir.(enam 130, ibrahim 4)
2- Allah, uyarmadığı hiçbir kavmi cezalandırmaz.Fıtratlarını bozdukları için onların üzerine uyarıcılar gönderir. (şuara 208, rad 11, enam 131)
3- Her peygamberin mutlaka düşmanları var olacaktır.(enam 112)
4- Gelen peygamberin uyarısına kulak verip iman edenler helaktan kurtulacaklardır. (bakara 5, nisa 13, tevbe 20, nur 52)
5- Gelen peygamberi yalanlayanlar, peygamberi öldürenler helak olacaklardır.(isra 75, enam 21,yunus 17, yunus 69, )
6- Tüm peygamberler uyarıcılar ve müjdeciler olarak gelirler. (kehf 56, enam 131)
7- Fıtratını bozmamış, insanlığını kaybetmemiş olanlara peygamber gelmez.Peygamber; fıtratını bozmuş toplumlara, tekrar fıtratlarını hatırlatmak, uyarmak ve geri fıtratlarına dönmeleri için uyarır. (rad 11, rum 30, rad 25)
8- Gerçeği yalanlayanlar/kafirler, inananlara karşı maglup olacaklardır. (fetih 22, ahzab 60, ahzab 61, yunus 17, yunus 69, enfal 65)
9- Gerçeği savunanlar/iman edenler ve iyiler galip geleceklerdir. (nur 52, maide 56)
10- Peygamberler ve getirdikleri din İslam galip gelecektir. (maide 56, saffat 173, mücadele 21)
11- Allah, aklını kullanmayanlara ceza verir. (yunus 100)
12- Tuzak kuranların tuzakları ancak sahibini kuşatır/onlara isabet eder. (fatır 43)
13- Zalimlerden başkası helak olmaz. (enam 47)
14- İnkar edenler, inkarından vazgeçip tövbe ederlerse geçmiş günahları bağışlanır. (enfal 38)
15- İnkar edenler, inkarlarında devam ederlerse helak olacaklardır. (enfal 38)
16- Nefsini temizleyenler, pislik bulaştırmayanlar kurtuluşa ermiştir. (ala 14, şems 9, tegabun 16)


İlgili ayetlerin dışında cezaya çarptılılan kafirlere size uyarıcı bir resul gelmedi mi diye sorulan soruya karşılık kafirler geldi ama biz uymadık demeleri bile bir uyarıcının mutlaka geleceği kesindir.  (ilgili ayet mülk 8)   Bakın kurtarıcı demiyorum uyarıcı diyorum özelikle. Zaten helak edilen tüm kavimlere bakılırsa tüm helak edilen kavimlerden önce oraya uyarıcı peygamberler gelmiş orası uyarılmıştır. Uyarıya uymayanlar cezaya çarptırılmıştır.  Kıyamette büyük bir helak olacağına göre bu helaktan önce elçiler gelmesi ve uyarması normaldir. Yani birileri gelecek ama bizi kurtaracak mı uyaracak mı bunu ayırt etmemiz gerekiyor. Yere düşmüş bir insanın yerden kalkması mı doğru yoksa birileri onu yerden kaldırana dek orda yatması mı doğrudur.

Mehdi gelecek dünyaya adalet dağıtacak, mezhepleri ortadan kaldıracak, batıl inançları yok edecek denilmektedir. Gelecek veya gelmeyecek tartışmasından çok gelse de gelmese de  biz neden onun misyonunu sahiplenmiyoruz. Yani herşeyi neden ona yüklüyoruz. Gelecek kişi zaten Kurana uyacak kişidir. Kurana uyarsan onada uymuş olursun. Gelecek kişi Adalet dağıtacaksa sende adil ol. Mezhepleri ortadan kaldıracaksa sende mezheplere karşı tavrını takın. Batıl inançları yok edecekse sende batıl inançları yok etmek için uğraş. Sadece beklemek bir şeylerin düzelmesini beklemek yanlıştır. Bir şeyin düzelmesini istiyorsak harekete geçmeli ve biz düzeltmeliyiz. Düzeltmeliyiz ki adalet sağlansın. Düzeltelim ki batıl inançlar yok olsun.Ağacın altında oturup meyvenin düşmesini bekleyen mi daha çok hakikat sahibidir. Ağaca çıkıp meyveyi toplayan ve onu insanlara dağıtan mı ? Sadece bekleyerek hiçbir çözüm üretilemez hiçbir hareket elde edilemez.Bu inançla insanlar tembelliğe alıştırılmıştır. Bu inançla insanlar köşe olmuştur. Kendini mehdi ilan eden günümüzdeki kişilerin tamamı şarlatanlardır. Bu inancı sömürerek para babaları olmuşlardır.Bu inancı sömürerek insanların duygularıyla, insanların inançlarıyla oynamışlardır. Kendilerini himmet ehli kabul ettirip müritlerine her türlü işi yaptırmışlar ve yaptırmaya devam ediyorlar.   

Kuran zaten mezheplerin yanlış olduğunu vurguladığı halde mezhepsel ayrım yapıp insanların birbirini kırması, öldürmesi hatta mezhepleri reddedenlerin kafir ilan edilmesi ne kadar mantıklıdır?


Mezhepleri reddedenleri kafir ilan edenler aynı şekilde mezhepleri ortadan kaldıracak kişiyi bekliyorlar!!
Bana ayet okuma diyenler, gelecek kişinin Kuranı insanlara anlatacağını vurguluyorlar!!
Batıl inançlara dokunulduğu zaman kafir ilan edenler batıl inançları yıkacak kişi geldiği zaman iman edeceklerini belirtiyorlar!!! 

Kendi içlerinde çelişiyorlar. Kuranı yeryüzüne yayacak kişi Kurandan konuşur. Bu yüzden Kurana dönmeleri gerektiğini ve bunun dışında kalanları Kuran çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini önemsemiyorlar. 

Mehdi yada mesih gelecek yada gelmeyecek tartışmasından çok ben insanlık adına ne yapabilirim. Adaleti tesis etme adına nasıl faydam dokunur düşüncesine geçilmedikçe bu düzen devam eder durur. Bu yüzden insanlar kurtarıcı beklemekten çok kurtarıcı olmak zorundadır. Bir fakirin açlığına çare, bir mazlumun derdine ortak olmadıkça, haklının yanında yer almadıkça dünyada adalet tesis edilemez. Merhametten söz edilemez. 

Selam ve dua ile...


14 Nisan 2016 Perşembe

Kuran değiştirildi mi ?

Kuran değiştirildi mi ? 
Kuran toplatılırken kayboldu mu ?
Kuranın kaybolan parçaları var! 
Kuran taşa , ağaç yapraklarına yazıldı bu yüzden toplatılırken bazı ayetler alınmadı! 
Kuran tahrif mi edildi?  

Tüm bu sorular ateistler, deistler, agnostiklerce tesbih haline gelmiştir. Ne zaman bir tartışma açılsa müslümanlara bu sorular yöneltilir. Akılları sıra bakın ben bilgiliyim ve sizinde bunları bilmenizi ve ateist olmanızı istiyorum mantığı yatmaktadır. Şüphe oluşturup kendi safına çekme mantığıyla hareket ediyorlar. Sorun bir ateiste bunları araştırdığını söyleyecektir ama her şeyi üstünkörü araştırmış sadece göstermek istediği kadarını söyleyecektir. Amaç sadece bilgi kirliliği oluşturmak ve bu kirli bilgiyle taraftar toplamaktır.  Peki söyledikleri bu soruların gerçekliği var mıdır? Bu sorular doğruları yansıtıyor mu inceleyelim.


Kurana göre  taşa, ağaç yapraklarına yazılmadığı ince deri üzerine yazıldığı ayetle sabittir. 

- Andolsun Tûr’a 
- Satır satır yazılmış Kitab’a 
- Yayılmış ince deri üzerine 

( TUR SURESİ 1,2,3) 


- Hayır, o ayetler bir ZİKİRDİR/HATIRLATMADIR.
-
 Değerli ve güvenilir kâtiplerin elleriyle (yazılıp) tertemiz kılınmış, 
- Yüce makamlara kaldırılmış mukaddes sahifelerde (yazılı) bir öğüttür; 
- Dileyen/İSTEKLİ OLAN  ondan/Kur'an'dan öğüt alır    


(ABESE SURESİ  11,12,13,14,15,16 )


Bu örneklerden anlaşıldığı üzere, Kuran’ın sonradan rast gele, taş parçalarından, ağaç kabuklarından, kürek kemiklerinden toplanmış bir kitap olduğu yolundaki rivayetler Kuran’a uymamaktadır, ve doğruluk payı  yoktur. Hatta  Kuranın Muhammed peygamberimiz zamanında yazıldığı,  kitap halinde olduğunu belirten hadislerde vardır.

Abdülaziz İbn Rufey’ şöyle dedi: Ben Şaddat İbn Ma’kıl ile beraber İbn Abbas’ın yanına girdim. Şaddat İbn Ma’kıl, Abbas’a:
-Peygamber (s) bir şey bıraktı mı? diye sordu.
İbn Abbas:
- Mushaf ‘ın iki yanını kuşatan CİLTLER arasında bulunandan başka bir şey bırakmadı, dedi.
Biz yine beraberce Muhammed İbnu’l -Hanefiyye’ nin yanına girdik ve ona’da aynı suali sorduk. Muhammed İbnu’l Hanefiyye de:
- İKİ KAPAK ARASINDA BULUNANDAN BAŞKA BİRŞEY BIRAKMADI , dedi. 

(KAYNAK :  Buhari,Kitâbu Fedail’l -Kur’an 39 Cilt 11 sayfa 5112 Ötüken 1988)


Enes İbn Mâlik el -Ensâri den rivayet ettiler ki:........ 
“Peygamber hücrenin perdesini açtı da, bizlere bakmaya başladı. Kendisi ayakta duruyor ve yüzü de MUSHAF YAPRAĞI  parlıyordu......” 

(KAYNAK:  Buhari, kitabu’l -Ezân 72 cilt 2 sayfa 707 - 708 Ötüken 1987)


Gördüğün üzere Kuran-ı Kerimin iki kapak arasında ciltleştiğini , taşa, kemiklere yazılmadığı hadislerde bile geçmektedir. Peygamberin en önemli görevi kuranı insanlara anlatmak ve yaşatmaktır. Zaten VEDA HUTBESİNDE bile kitap halinde olduğunu ve ümmete bu kuranı bırakıyorum diye işaret ettiği iki kapak arasında ciltleşmiş bir kurandır. Tüm bunlara rağmen peygamber toplatmamış demek peygamberin misyonuna hakarettir. 


-Muhakkak ki zikri/Kur'ân-ı Kerim'i, Biz indirdik. 
-O'nun koruyucuları  mutlaka biziz.

(hicr suresi 9) 


-Onu/vahyi çarçabuk almak için dilini kımıldatma.
-Muhakkak ki O'nun toplanması ve okunması Bize aittir.
-O halde, biz onu okuduğumuz zaman, sen onun okunuşunu takip et.
-Sonra onu açıklamak da bize aittir.

(kıyame suresi 16,17,18,19 )



Tüm yazılan ayetlere göre  Kuranın toplatılması, kıraati ve açıklanmış bir şekilde indirilip ciltlenmesi peygamber zamanında gerçekleşmiştir. Zaten bu yüzden size bu Kuranı bıraktım demiştir. Hafizlar yazdırsın işte o toplatılacak kuranı size bıraktım dememiştir... Bu yüzden toplatılırken kaybolması mümkün değildir. Ciltlenmiş bir kitap olduğu için taşa, kemiğe yazıldığı iddiası tamamen uydurmadır. 


Kuranın sahabe dönemine ait mushafları incelendiğinde bazı ayetlerin yazımındaki hatalar mevcuttur. Bu hatalar kuranın değil o zamanda bulunan yazıcıların hatasıdır.  Bu hatalarda öyle yüzlerce yada binlerce denilecek hatalar değildir.  


 


Yukarıda gördüğünüz tabloda hicri 1.yüzyıl yani peygamberden sonraki  Kuran mushaflarının arasındaki farklardır. Toplamda 17 fark vardır. Genel olarak bakıldığında çoğunluğun aynı yazıldığı görülmektedir. 





Bu tabloda da Hz.Osman 'ın yazdığı denilen ana kopyalar ve diğer kopyalar arasındaki farklardır. Toplamda 44 kelime fark vardır. Genel tabloya baktığımızda çoğunluğun doğru olduğu bir kopyanın yanlış yaptığını diğer kopyada doğru olarak görüyoruz. Yani mevcut olan farklar bile aynı dönemde yazılmış olan diğer kopya ile yanlış olduğu ve doğrusunun ne olduğu ortaya çıkmaktadır. Yani ortada bir değiştirilme yok  yazıcıların kişisel hatalarından kaynaklanan kelime yanlışları vardır. Bu yanlışlarda aynı dönemde bulunan diğer mushaflar tarafından düzeltilmiş olmaktadır.  Günümüz meallerine bile baktığımızda bu farklardan daha fazla fark bulunur. Meal farkından dolayı kuran yanlıştır diyemediğimiz gibi mushaflar arasındaki bu farklardan değiştirildi sonucu çıkmaz.  

Ayrıca bu konuda iyi araştırma yapmış Tayyar Altıkulacın kitaplarını okuyabilirsiniz. 

Ek olarak şu videoyu izlemenizi öneririm.




Selam ve dua ile...




9 Nisan 2016 Cumartesi

Edip Yüksel’in, “Tevbe Suresi son iki ayetinin Kuran’a sonradan ilave edilmiştir (!)” İddiasına CEVAP



Edip Yüksel, Tevbe suresinin son 2 ayetinin Kuran’a sonradan eklendiğini, 19 sisteminin Kuran’ı koruyarak bu son 2 ayetin 19 sistemine uymadığını ve konuyla ilgili rivayetlerin çelişmesi nedeniyle bu iki ayetin Kuran’a ait olmayacağına dair bir iddia ileri sürmektedir.
Bu iddiayı ileri süren Edip Yüksel rivayetleri kabul etmemesine rağmen söz konusu Tevbe suresi son iki ayet olduğunda rivayetleri dikkate alıp delil olarak göstermekle kendisi ile çelişmektedir.
Ayrıca Kuran Allah’ın vahyidir, rivayetlerle günümüze gelmemiştir. Kuran Hz Muhammed zamanında Kitap haline getirilmiştir. Tüm Kuran ayetleri de buna işaret etmektedir. Oysa bu gerçeği bilen Edip Yüksel’in Tevbe Suresi son iki ayet için  bu durumu gözardı etmesi samimiyetten uzak bir davranıştır.
 Yoksa siz, Kitabın bir bölümüne inanıp da bir bölümünü inkâr mı ediyorsunuz? (Bakara suresi,85)”
TARİHSEL KANIT

Kuran’ın bilinen en eski örneği, Yemen’de Sana camisi deposunda bulunan ve aynı isimle anılan SANA MUSHAFIDIR.Hz.Muhammed’in bilinen vefat tarihinden en fazla 27 yıl sonrasına ait olduğu karbon testiyle ispatlanan bu mushaf incelendiğinde bugünkü Kuran ile tam bir uyum halinde olduğu NET olarak görülmektedir. Asla, bir iki imla ve hattat yanlışının dışında herhangi bir değişiklik veya fark YOKTUR ve bazılarının iddiasının aksine Tevbe suresi de TAM ve yanlışsızdır. Resimli anlatımda da görüldüğü gibi son iki ayeti (128. ve 129. ayetler) tam ve eksiksiz olarak okunmaktadır.
Zaten Allah yüce kitabında O’nun korunacağına garanti vermiştir ve başka bir sonuçla karşılaşılmayacağı en baştan açıktır.
Doğrusu Kitap’ı Biz indirdik, onun koruyucusu elbette Biziz. ( Hicr suresi 9.ayet)
Hep şikayet edilen Kuran dışı kaynakların henüz etkisinin olmadığı kadar eskiye tarihlenmiş bu mushaf, bu vahim iddiayı da cevaplamış oldu. Artık Edip Yüksel’e düşen bu iddiasından vazgeçip, bilimin ışığında tevbe etmesidir. Erdemli insan olmanın gereğini yerine getirmektir.


kaynak: http://sanamushafi.com/