Ben GERÇEĞİN PEŞİNDEYİM kimin söylediği önemli değil.Ben adaletin peşindeyim, kim için veya kime karşı olduğu önemli değil..
25 Haziran 2016 Cumartesi
Kuran evrensel midir yoksa tarihsel midir ?
Şüphesiz KURANDA Allah'a kulluk eden bir toplum için YETERLİ bir mesaj vardır. (ENBİYA 106)
Onlar göklerdeki ve yerdeki sınırsız hükümranlık ve nizama, Allah'ın yarattığı her şeye, ecellerinin yaklaşmış olabileceğine hiç bakmadılar mı?
Peki bundan sonra artık hangi söze/hangi hadise inanacaklar? (ARAF 185)
Demek sen, bu söze/Kur'an'a inanmazlarsa, arkalarından üzülerek âdeta kendini tüketeceksin! ( KEHF 6)
İşte bunlar, Allah'ın âyetleridir. Onları sana gerçek olarak okuyoruz. Artık Allah'tan ve O'nun âyetlerinden sonra hangi söze inanacaklar? (CASİYE 6)
Onlar artık Kur'an'dan sonra hangi söze inanacaklar? (mürselat 50)
Kuran bize sürekli yeterlilik vurgusu yapar. Onlara okunmakta olduğumuz Kuran yetmiyor mu? Bundan sonra hangi söze inanacaklar? Onları ancak vahiy ile uyar. Sen sana indirileni tebliğ et ayetleriyle o zamanki topluma YETERLİLİK MESAJI VERMEKTEDİR. Bu kitap size din konusunda, fıtratınıza geri dönmeniz konusunda, öğüt konusunda, örnek konusunda yeterli mesaj vermektedir der. Artık öğüt almıyor musunuz? Düşünmüyor musunuz? Akletmiyor musunuz? diye ekler. Peki bu hitap kimedir? Tabiki o zamanda, yani 7.yüzyılda bulunan Araplaradır.
Böylece biz sana Arapça bir Kur’an vahyettik ki, şehirlerin anası olan MEKKE'DE VE ÇEVRESİNDE BULUNANLARI UYARASIN. Hakkında asla şüphe olmayan toplanma günüyle onları uyarasın. Bir grup cennette, bir grup ise cehennemdedir. (şura 7)
Apaçık Kitab’a andolsun ki, iyice ANLAYASINIZ DİYE biz, onu Arapça bir Kur’an yaptık. (zuhruf 3)
Bundan önce bir rehber ve bir rahmet olarak Mûsâ’nın kitabı da vardı. Bu ise, onu doğrulayan ve zulmedenleri uyarmak, iyilik yapanlara müjde olmak üzere ARAP DİLİYLE İNDİRİLMİŞ BİR KİTAPTIR. (ahkaf 12)
İşte böylece biz onu Arapça bir Kur’an olarak indirdik ve Allah’a karşı gelmekten sakınsınlar, yahut onlara bir uyarı versin diye onda tehditleri teker teker sıraladık. (taha 113)
Biz onu, AKIL ERDİRESİNİZ DİYE Arapça bir Kur’an olarak indirdik. (yusuf 2)
Biz onu, Allah’a karşı gelmekten sakınsınlar diye hiçbir eğriliği bulunmayan pürüzsüz Arapça bir Kur’an olarak indirdik. (zümer 28)
BU KURAN, ARAPÇA BİLEN TOPLUM İÇİN ÂYETLERİ GENİŞÇE AÇIKLANMIŞ BİR KİTAPTIR. (fussilet 3)
Görüldüğü üzere 7.yüzyıl arabistanında araplara arapça kitap gönderiliyor ki onu iyice anlasınlar ve uygulasınlar. Arapça bilen ve o yüzyılda olan herkes bu kitabın yeterli olduğunu ve ayetlerin genişçe açıklanmış olduğunu biliyor. Bu yüzden Peygamberimize , müşrikler ve kafirler bu kitabı değiştir bu bizim sistemimize uymuyor gel seninle anlaşalım demeye cüret etmişlerdir. Anlamasalardı bu şekilde konuşmazlardı ve ayetlerde ANLAMANIZ İÇİN KOLAYLAŞTIRDIK. Anlamaz mısınız diye vurgusu o zamanın araplarına gördüğünüz ve anladığınız halde neden hala inkarda direniyorsunuz ,bile bile inkar ediyorsunuz mesajını vermektedir. Burada önemli olan konu o zamanın arapları neler biliyordu ki onlar için yeterlidir mesajını veriyordu? Yani eğer yeterliyse arapların kitap gelmeden önceki kelime bilgileri, yaşamları bu mesajın tamamını anlayacak kapasiteye sahip olmasıyla mümkün olmuş demektir.
Kuran indirildiği zamanda arabistanda hristiyanlar, yahudiler, paganlar/putperestler vardı. 7.yüzyıl arabistanında orada bulunan topluluk namaz, oruç, zekat, zina, fuhuş, kumar gibi kelimeleri ve bu kelimelerin neyi temsil ettiğini biliyorlardı. Bu yüzden kuranın hiçbir yerinde ''Ya Muhammed sen Namaz/Salatı ikame diyorsun da bu nedir? Sen zekat diyorsun da bu nedir? Sen oruç diyorsun da bunun tanımı nedir ? Sen zina diyorsun da bu nedir? haram aylar nedir dememişlerdir. Çünkü bu o zamanın toplumunda bilinen tanımlardır. Şimdiki toplumda da bu bilgiler mevcut değil midir peki ? Elbetteki mevcuttur. Kültürel kaynaşma sonucu kelimeler dilimize geçiyor ve o zamandaki toplumun algıları bizim algımız oluyor. Onlar o zamanda melek denildiğinde uçan nurlu bir varlık olarak nitelendiriyorsa bu zamanda da aynı şekilde beynimizde yansıması oluyor. Aynı araplar Cin nedir? Şeytan nedir? Melek nedir de dememişlerdir Bunun sebebi daha önceki kitaplarda bu olgulardan bahsedilmesi ve onların bundan yabancı kalmamalarıdır. Peki namazı , abdesti, örtüyü, kurbanı, orucu ,haccı bilen bu kavme NEDEN PEYGAMBER GELMİŞTİ?
Peygamberler FITRATLARINI BOZAN kavimlere fıtratlarını tekrar hatırlatmak üzere gönderilir.Bunun için bakınız Din FITRATTIR.
O zamanda ibadetler yapılıyor ama içeriği boşaltılmıştı ibadetleri Allah'a değilde dökme putlara karşı yapıyorlardı. Putlara Allah' a yaklaştırsınlar diye vesile ediniyorlardı. Putlara karşı kurban kesip adak adıyorlardı. İbadetlerini yapıyorlardı ama apaçık şirk işliyorlardı. Bununla birlikte diri diri kızları toprağa gömüyorlardı. Kan davaları hat safhada, kabile savaşları, batıl inançların olduğu bir dönemdi. Kadınları hakir gören onu 2.sınıf vatandaş olarak gören zihniyet hakimdi. Aynı zamanda kölelik efendilik döneminin hakim olduğu bir dönemdi.
Peygamberimizin gelmesiyle birlikte diri diri kızların toprağa gömülmesini yasaklandı. Kan davalarını bitirmek adına haram aylar yani savaşmama kan dökmeme ayları getirilerek bitirilmeye çalışıldı.Veda hutbesiyle de kan davalarının TAMAMEN KALDIRILDIĞINI söyledi. Kadınları belli zaman dilimi içerisinde yavaş yavaş 2. sınıf vatandaş olmaktan çıkarıp erkekle eşit olduğunu kadınlar ve erkekler birbirinizdensiniz. İnanan erkeklerinde inanan kadınlarında haklara sahip olduğunu ve en son olarak yeryüzünden bulunan tüm insanların eşit olduğunu üstünlüğün YALNIZCA TAKVACA olduğunu dile getirmiştir. Takva ise yalnızca Allah tarafından bilineceğine göre yeryüzünde bulunan tüm insanlar eşittir mesajını vermiştir. Cahiliye dönemi bütün hurafe geleneklerini , kölelik efendilik kurumunu, kadınların diri diri gömülmesini tamamen kaldıran peygamberimiz ibadetler konusunda bir kaldırma politikası gütmemiş sadece yönelimi değiştirmiştir. Yani putlara tapmayın tapılacak TEK VE YEGANE VARLIK SADECE VE SADECE ALLAH 'TIR vurgusu yapmış ibadetleri , kurbanların, oruçların yalnızca onun için yapılması gerektiğini söylemiştir. Haydi atalarınızı andığınız gibi hatta daha Kuvvetli Beni anın ayetinden yola çıkarak ibadetlerin yönünü değiştirdiğini ŞİRKTEN ARINDIRILIP , TEVHİD odaklı bir anlayışa çevirdiğini görüyoruz.
Tüm bu olanlar 23 senelik peygamberlik döneminde gerçekleşmiştir.Arabistanı uyarmaya gelen peygamberimizin 23 sene zarfındaki davası Kuranı Kerimde olay olay işlenmiştir. Peygamberimize kuran tek bir seferde toptan indirilmemiştir. Bu yüzden ayetlerin yaşanmışlığını göz ardı etmek tarihsel arka planına bakmamak yanlış bir tutumdur. Kuranı tarihten koparıp günümüze birden indirenler tarihten kopardıkları için o yeterli denilen bilgileri almadan ayetlere takla attırmaya çalışanlar bugün namazı , orucu, haccı, abdesti, örtüyü reddetmektedir. Aynı şekilde okumalar yüzünden sanki kuranda çelişki varmış gibi algılanmaktadır.
Mesela '' Kafirleri bulduğunuz yerde öldürün '' ayetiyle '' Allah, sizi, din konusunda sizinle savaşmamış, sizi yurtlarınızdan da çıkarmamış kimselere iyilik etmekten, onlara âdil davranmaktan men etmez. Şüphesiz Allah, âdil davrananları sever.'' ayeti birbiriyle çelişkili gibi görünmesine sebep olmaktadır. Halbuki size karşı savaşmayan ayeti barış zamanında inmiş diğer ayet savaş zamanında inmiştir. Ayetleri tarihsel bağlamından kopuk okumak mesajı yanlış anlamamıza sebep olacaktır. Savaş hukukuna göre sizi yurdunuzdan çıkaran olmazsa kimseye haksız saldırı düzenleyemezsiniz. Eğer sizi yurdunuzdan çıkarmak isteyen olursa ancak o zaman yurdunuzun neresinde bulursanız orada öldürün emrini içermektedir. Haksız yere başkalarının toprağına saldıramazsınız. Eğer size karşı örgütleniyorlarsa ancak o zaman saldırı yapabilirsiniz emirlerini içermektedir. (bakara 190-244, nisa 91) Tüm bu olanlarda belli tarihlerde vuku bulmuş ve her biri ayrı ayrı dile getirilmiştir. Peygamberimizin fikirlerinden hoşlanmayanlar onu ortadan kaldırmak için Savaşı başlatanlardır. Peygamberimize savaş yazılmadan savaşmamaktadır. Peygamberimizin yanında bulunan bazı gruplar savaşmayı isteselerde peygamber Allah ın emrini beklemekteydi. Savaş yazılınca ancak savaşmıştır. Yanında bulunan bazı savaşı isteyen gruplarda ilk kaçanlardan olmuşlar. Hepsi bir sürece tabi iken bu süreci bilmeden tarihsel bağlamından kopuk okumak anlaşılmasını zorlaştıracaktır. Aynı şekilde Musa peygamberin kavmi hakkında o dönemde yaşanılan gerçeklikler göz ardı edilerek okunursa yine anlama ıskalanacaktır. KAZIKLAR SAHİBİ FİRAVUN denildiği zaman onun DİKİLİ TAŞLARA SAHİP OLDUĞUNU VE MISIR PİRAMİTLERİNDEN söz ettiğini tarihsel bağlamından okuyarak ulaşabiliriz. Kuranda geçen tüm tanımlar olaylar tarihsel bir GERÇEKLİKTEN gelmektedir. Bu gerçeklik üzerinden ilk anlamını daha sonra bu gerçekliğin bize verdiği mesajı anlamaya çalışmanın doğru olacağı kanaatindeyim. Tarihten koparıp bu olay yaşanmamıştır sadece anlatımı güçlendirmek için söylenmiştir yada masaldır demek KURANI YALANLAMAKTAN BAŞKA BİRŞEY DEĞİLDİR.
Şimdi gelelim kuranın tamamı tarihseldir demenin ne kadar yanlış olduğuna... Kuran araplara indi demiştik peki arapların fıtratı bizim fıtratımızdan farklı mıdır? hayır. Yani onlar nelerden hoşlanıyorsa ,nelerden nefret ediyorsa bizde aynı şeylerden nefret eder ya da severiz. Çünkü hepimizin FITRATI aynıdır. Ayrıca bakınız FITRATIMIZ.
Onların tanımladığı çoğu olgu bizim kültürümüze işlenmiştir zaten. Onların ibadet, dua, şükür, namaz, oruç, örtü, zina , melek, cin, sihirbaz, büyücü gibi kavramlarda bizim literatürümüzde vardır. Bu kelimeler söylenirken bile zihnimizde bu algıların resmi belirir. Bizde aynı şekilde yahu zina diyor ama tanımını yapmamış , fuhuş diyor ama tanımını yapmamış, hırsızlık diyor ama tanımını yapmamış demiyoruz çünkü bu kavramları biliyoruz. Bu daha önceki kavimler tarafından da bilinmekteydi.
Dini sabiteler olarak ibadetler de daha önceden incilde, tevratta , zeburda vardı. bakınız İBADET SECDE NAMAZ
Cin, melek, şeytan kavramları da daha önceden incilde, tevratta, zeburda vardı. bakınız CİN MELEK MUCİZELER
TEVHİD MESAJI DA daha önceki peygamberler tarafından dile getiriliyordu. bakınız. TÜM PEYGAMBERLERİN TEVHİD MESAJI
Ayrıca kuranda bulunan mecazi kelimeler ''devenin iğne deliğinden geçmesi'' gibi olgular tüm toplumlar tarafından anlaşılabilir bir imkansızlık örneğidir. Diğer mecazi kelimelerde tüm insanların anlayabileceği seviyededir.
Kuran yalnızca o tarihe hitap etmez dünü, bugünü ve yarını konu edinir. Cennet cehennem olgusu, orada geçen konuşmalar bile geçmiş zaman kipinde verilmiştir. Bir olgunun geçmiş zaman kipinde olması o olayın henüz gerçekleştiğini belirtmez. Mesela ayın yarılması olayı nasıl gerçekleşmedi bu kıyamet zamanında gerçekleşecekse aynı şekilde diğer ayetlerde de böyle bir durumdan söz edebiliriz.Bu yüzden kuranı tarihe hapsetmek bunları ıskalamaya yol açar.
Kuranın ceza sistemine bakıldığı zaman ve diğer incil, tevrat, zebura bakıldığında hep toplumun refahını ve huzurunu bozan şeylere ceza sistemi geliştirildiğini kişisel ibadet noktasında bir ceza sistemi oluşturmadığını o işi öteki dünyaya bıraktığı görülmektedir. Faiz belli kesimi fakirliğe düşürdüğü ve diğer kesimi sebepsiz zenginleşmeye götürdüğü için haramdır. Kumar belli kesimi fakirliğe düşürdüğü için haramdır. İçki başkalarına zarar verilebileceği için yasaktır. Hırsızlık belli kesimi zarara uğrattığı için haramdır. Zina, fuhuş ailevi ortamı ve toplumu parçaladığı için yasaktır. Yani görünen tüm yasaklar topluma zararı olduğu için yasaktır. Zaten amaç KENDİNE YAPILMASINI İSTEMEDİĞİN BİR ŞEYİ BAŞKASINA YAPMA mesajı üzerine kuruludur. Bir hırsız nasıl evinin soyulmasını istemiyorsa kendisininde hırsızlık yapmaması icap eder. Toplumun genelini etkileyen bu yasaklara ceza sisteminin tek amacı CAYDIRICILIKTIR. Bu ceza sistemi önceki kavimlere göre değişkenlik göstermiştir. Yusuf peygamber zamanında hırsızın cezası çaldığı kişiye köle olmak iken kuranda elleri kesilmesi emri verilmiştir. Buradaki esas mesaj CAYDIRICILIĞIDIR. Toplum düzeni ancak caydırıcı yasalarla sağlanır. Hırsızı ağır işlerde çalıştırmak ve tüm mal varlığına el koymakta diğer hırsızları caydıracaktır. Toplumun refahı ve çatırdamaması için adaletin, işini ehline vermenin , caydırıcı yasaların olması şarttır.
Yani insanlar yüzyıllar boyunca değişmemiştir.Tarih sürekli tekerrür etmektedir. Kuranın belli tarihlerde inmesi evrenselliğini değiştirmez. Tarih tekrar ettiği için Firavunlar, Belamlar, Karunlar, Hamanlar, Musalar, Muhammedler ismen değişir tarih ders alınmadığı sürece devam eder. Yıllar geçer kişiler değişir ama Kuranda bahsedilen kişilerin misyonunu taşıyan birileri mutlaka olur. Bu yüzden Kuran evrensel nitelik taşır. Kuranı tarihsel bağlamından koparmayıp o zamanın firavununu çözdüğümüzde zamanımızın firavununu da çözmüş oluruz. Bu yüzden Kuran ne tarihten koparılabilir ne de tarihe gömülebilir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH BİLİR. SELAM VE DUA İLE...
18 Haziran 2016 Cumartesi
ZEKERİYA PEYGAMBERE OĞUL MÜJDELENMESİ
ZEKERİYA PEYGAMBERE OĞUL MÜJDELENMESİ
LUKA İNCİLİNDEN
Elizabet kısır olduğu için çocukları olmuyordu. İkisinin de yaşı ilerlemişti.Zekeriya, hizmet sırasının kendi bölüğünde olduğu bir gün, Tanrı'nın önünde kâhinlik görevini yerine getiriyordu.
Kâhinlik geleneği uyarınca Rab'bin Tapınağı'na girip buhur yakma görevi kurayla ona verilmişti.Buhur yakma saatinde bütün halk topluluğu dışarıda dua ediyordu.Bu sırada, Rab'bin bir meleği buhur sunağının sağında durup Zekeriya'ya göründü.Zekeriya onu görünce şaşırdı, korkuya kapıldı.Melek, "Korkma, Zekeriya" dedi, "Duan kabul edildi. Karın Elizabet sana bir oğul doğuracak, adını Yahya koyacaksın.Sevinip coşacaksın. Birçokları da onun doğumuna sevinecek.O, Rab'bin gözünde büyük olacak. Hiç şarap ve içki içmeyecek; daha annesinin rahmindeyken Kutsal Ruh'la dolacak.İsrailoğulları'ndan birçoğunu, Tanrıları Rab'be döndürecek.
Kâhinlik geleneği uyarınca Rab'bin Tapınağı'na girip buhur yakma görevi kurayla ona verilmişti.Buhur yakma saatinde bütün halk topluluğu dışarıda dua ediyordu.Bu sırada, Rab'bin bir meleği buhur sunağının sağında durup Zekeriya'ya göründü.Zekeriya onu görünce şaşırdı, korkuya kapıldı.Melek, "Korkma, Zekeriya" dedi, "Duan kabul edildi. Karın Elizabet sana bir oğul doğuracak, adını Yahya koyacaksın.Sevinip coşacaksın. Birçokları da onun doğumuna sevinecek.O, Rab'bin gözünde büyük olacak. Hiç şarap ve içki içmeyecek; daha annesinin rahmindeyken Kutsal Ruh'la dolacak.İsrailoğulları'ndan birçoğunu, Tanrıları Rab'be döndürecek.
Luk.1: 18 Zekeriya meleğe, "Bundan nasıl emin olabilirim?" dedi. "Çünkü ben yaşlandım, karımın da yaşı ilerledi."
Luk.1: 19 Melek ona şöyle karşılık verdi: "Ben Tanrı'nın huzurunda duran Cebrail'im. Seninle konuşmak ve bu müjdeyi sana bildirmek için gönderildim.
Luk.1: 20 İşte, belirlenen zamanda yerine gelecek olan sözlerime inanmadığın için DİLİN TUTULACAK, bunların gerçekleşeceği güne dek konuşamayacaksın."
Luk.1: 21 Zekeriya'yı bekleyen halk, onun tapınakta bu kadar uzun süre kalmasına şaştı.
Luk.1: 22 Zekeriya ise dışarı çıktığında onlarla konuşamadı. O zaman tapınakta bir görüm gördüğünü anladılar. Kendisi onlara işaretler yapıyor, ama konuşamıyordu.
(LUKA 7-22 )
Yahya'nın Doğumu
Luk.1: 57 Elizabet'in doğurma vakti geldi ve bir oğul doğurdu.
Luk.1: 58 Komşularıyla akrabaları, Rab'bin ona ne büyük merhamet gösterdiğini duyunca, onun sevincine katıldılar.
Luk.1: 59 Sekizinci gün çocuğun sünnetine geldiler. Ona babası Zekeriya'nın adını vereceklerdi.
Luk.1: 60 Ama annesi, "Hayır, adı Yahya olacak" dedi.
Luk.1: 61 Ona, "Akrabaların arasında bu adı taşıyan kimse yok ki" dediler.
Luk.1: 62 Bunun üzerine babasına işaretle çocuğun adını ne koymak istediğini sordular.
Luk.1: 63 Zekeriya bir yazı levhası istedi ve, "Adı Yahya'dır" diye yazdı. Herkes şaşakaldı.
Luk.1: 64 O anda Zekeriya'nın ağzı açıldı, DİLİ ÇÖZÜLDÜ. Tanrı'yı överek konuşmaya başladı.
Luk.1: 65 Çevrede oturanların hepsi korkuya kapıldı. Bütün bu olaylar, Yahudiye'nin dağlık bölgesinin her yanında konuşulur oldu.
KURANDAN
Orada Zekeriya Rabbine dua etti: “Rabbim! Bana katından temiz bir nesil bahşet. Şüphesiz sen duayı hakkıyla işitensin” dedi.
Zekeriyya mâbedde durmuş namaz kılarken melekler ona şöyle nida ettiler: Allah sana, kendisi tarafından gelen bir Kelime'yi tasdik edici, efendi, iffetli ve sâlihlerden bir peygamber olarak Yahya'yı müjdeler.
Zekeriya, “Ey Rabbim! Bana ihtiyarlık gelip çatmış iken ve karım da kısır iken benim nasıl çocuğum olabilir?” dedi.“İşte böyledir. Allah dilediğini yapar” dedi.
Zekeriya, “Rabbim! bana bir alâmet/işaret ver” dedi. Allah da şöyle dedi: “Senin için alâmet, insanlarla üç gün konuşamaman, ancak işaretleşebilmendir. Ayrıca Rabbini çok an, sabah akşam tesbih et.”
(ALİ İMRAN 38- 41)
Bu, Rabbinin, Zekeriya kuluna olan merhametinin ZİKRİDİR/HATIRLATILMASIDIR.
Hani o, gizlice Rabbine niyâz etmişti/yalvardı.
O, şöyle demişti: “Rabbim! Şüphesiz kemiklerim gevşedi. Saçım sakalım ağardı. Sana yaptığım dualarda hiç mahrum olmadım.”
Doğrusu ben, arkamdan iş başına geçecek olan yakınlarımdan endişe ediyorum. Karım da kısırdır. Tarafından bana bir oğul ver.
'Bana ve Yakup soyuna varis olsun. Rabbim, onu razı olduğun kul eyle.
“Ey Zekeriyya! Haberin olsun ki biz sana Yahya adlı bir oğul müjdeliyoruz. Daha önce onun adını kimseye vermedik.”
Zekeriyya, “Rabbim!” “Hanımım kısır ve ben de ihtiyarlığın son noktasına ulaşmış iken, benim nasıl çocuğum olur?” dedi.
Allah ona: «İşte böyledir. Rabbin buyurdu, o bana göre çok kolaydır; sen hiçbir şey değil iken bundan önce seni yarattım,» dedi.
Zekeriyya, “Rabbim, öyleyse bana bir işaret ver”, dedi. Allah da, “Senin işaretin, sapasağlam olduğun hâlde insanlarla üç gün konuşamamandır” dedi.
Derken Zekeriya ibadet yerinden halkının karşısına çıktı ve onlara “Sabah akşam Allah’ı tespih edin” diye işaret etti.
(MERYEM 2-11)
Zannedildiği gibi Zekeriya peygamber 3 gün konuşabildiği halde konuşmama orucu tutmamıştır. Zekeriya peygamber olabilecek bir olayda tereddüte düştüğü için Allah ona delil vermiştir. Nasıl olur da Allah ın gücünün yeteceğine inanmazsın anlamında uygulanan bir alamettir. Allah, Zekeriya peygambere bak nasıl sen sağlamken dilinin tutulmasını gerçekleştirdiysem senin çocuğunu da aynı şekilde yaratabilirim mesajını vermiştir.
16 Haziran 2016 Perşembe
Din nedir? Neden gereklidir?
Sizi uyarması ve sizin de Allah’a karşı gelmekten sakınıp rahmete ulaşmanız için, içinizden bir adam aracılığı ile Rabbinizden size bir ZİKİR gelmesine şaştınız mı? (araf 63)
Şüphesiz o ZİKRİ biz indirdik biz! Onun koruyucusu da elbette biziz. (hicr 9)
Sana geçmişin haberlerinden bir kısmını böylece anlatıyoruz. Şüphe yok ki sana katımızdan bir ZİKİR verdik. (taha 99)
Rablerinden kendilerine gelen her yeni ZİKRİ, hep alaya alarak dinliyorlar. (enbiya 2)
De ki: Allah'a karşı sizi gece gündüz kim koruyacak? Buna rağmen onlar Rablerinin ZİKRİNDEN yüz çevirirler. (enbiya 42)
Zikir diyince aklınıza hemen hah hah hah diyen adamlar gelmesin.
Ayetlerde hep bir zikir olgusundan bahsedilmektedir. Kuranın aslında bir zikir olduğundan bahsetmektedir. Zikir; unutulan ve ya aradan zaman geçmiş olgunun yeniden hatırlatılması olayıdır. Birinin ismini zikretmek o ismi anmak hatırlatmak olduğu gibi..
Peki zikir neyi hatırlatıyor ? Bir şeyin hatırlanması için hatırlatılan olgunun önceden var olması gerekir. Bu olguda FITRATTIR. Yani din aslında fıtratı hatırlatmak için peygamberleri göndermektedir.
İnsan yaratıldığında kodlanmış olarak doğar. Yani insanda diğer canlılarla fıtratıyla dünyaya gelir. Bazı canlılar yumurtasından çıkar çıkmaz yüzmeye başlıyor. Bazı canlılar doğar doğmaz ayaklarının üstünde durmaya başlıyor. İşte bu kodlanmış önceki bilgi Allah 'ın o canlıya verdiği FITRAT kodudur. Her canlının kendine göre fıtratı olduğu gibi İNSANDA bir fıtrat üzere doğmuştur.
Sen yüzünü hanîf(batıldan hakka dönüş) olarak dine, Allah insanları hangi FITRAT üzere yaratmış ise ona çevir. Allah'ın yaratışında değişme yoktur. İşte DOSDOĞRU DİN budur; fakat insanların çoğu bilmezler. (rum 30)
Nefse ve onu düzenleyip biçimlendirene , Sonra da ona İYİLİK ve KÖTÜLÜK yapabilme kabiliyeti verene andolsun ki, nefsini arındırıp temizleyen terbiye eden gerçekten kurtulmuştur.
(bkz. şems 7-8-9 )
İki apaçık yolu (doğru yolu ve yanlış yolu) göstermedik mi? (beled 10 dan)
Hani Rabbin ezelde insanların sulplerinden zürriyetlerini/benliklerini almış, onları kendilerine karşı şahit tutarak, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” demişti. Onlar da, “Evet, şahit olduk ki Rabbimizsin” demişlerdi. Böyle yapmamız kıyamet günü, “Biz bundan habersizdik” dememeniz içindir. (araf 172)
Tüm insanlar kodlanmış bir şekilde FITRAT üzere dünyaya gelir. Doğmadan önce Allah 'ı tanıyarak dünyaya geliyoruz. Ahlâk olgumuz, adalet olgumuz, iyiyi kötüden ayıran VİCDAN olgumuz hep kodlanmış olarak içimizdedir. İnsan bu kod sayesinde iyiyi kötüden ayırır. Her insan kötülük yapabilme ve iyilik yapabilme özelliğine sahiptir. Kötülük yaptığında bunun kötü bir olgu olduğunu bilir ve vicdanını susturmaya çalışır. Mesela bir hırsız da kendi evinin soyulmasını istemez. Zina yapan kişi de kendi karısının başkasıyla zina yapmasını istemez. Bir katilde sevdiklerinin öldürülmesini kötülük olarak değerlendirir. İşte tüm iyi ve kötü insanlarda bu kötü davranışların kötü olduğuna hemfikirlerdir. Hemfikir olmaları aynı olay üzerinde aynı şekilde davranmayı getirmediği için farklı davranış sergilenmektedir. Bu meyletmeyle zaten CEZA ve MUKAFAT olguları oluşuyor. İşte DİN burada devreye girmektedir. Allah , kötülük yapanlara, fıtratını bozanlara tekrar fıtratlarını hatırlatmak üzere peygamberler gönderilir. Fıtratını bozmayanlara zaten peygamber gelmiyor. Helak olan kavimlere bakarsanız hep fıtratlarını bozdukları için peygamberler gelmiştir. Peygamberler insanların tekrar fıtratlarına dönmeleri için uğraşmıştır.
Kuranda geçen tüm peygamberler İslam dini peygamberleridir.
(bkz. http://malcolmxbir.blogspot.com.tr/2016/02/tum-peygamberler-islam-dinini-teblig.html)
Sadece kuran fıtratı hatırlatmak için gelmemiş diğer kitaplarda aynı fıtratı hatırlatmak için gelmiştir.
Allah dan başka ilah edinmemek.
Yeryüzünde adaleti tesis etmek.
Anne babaya saygısızlık etmemek.
İnsanları haksız yere öldürmemek.
Zina etmemek.
Hırsızlık yapmamak.
Yalan şahitlik etmemek.
Kendi aleyhinde de olsa doğruyu söylemek.
Adaleti gerektiren bir şey olduğu zaman zengine ayrı fakire ayrı hüküm uygulamamak.
En yakınların dahi olsa akrabaları kayırıp adaleti bozmamak.
Nefret etseniz de bir gruptan/mezhepten/fikir sahiplerinden/ırklarından buna rağmen ADALETTEN ayrılmamak.
(bkz. tevrat çıkış 20, kuran bakara 83, bakara 84, nisa 135, maide 8, enam 115, zebur 33.mezmur, zebur 106.mezmur, matta bölüm 23)
Görüldüğü gibi bu emirlerin hepsi insanların beraber yaşamaları için geçerli olan kurallardır ve her kural KENDİNE YAPILMASINI İSTEMEDİĞİN BİR ŞEYİ BAŞKASINA YAPMA olgusu üzerinden kuruludur. Dinin esası budur. Bu olaylar patlak verirse toplum düzeni bozulur. Zina yaygınlaşırsa, tecavüz yaygınlaşırsa, hırsızlık yaygınlaşırsa, adalet bozulursa toplum çürür ve bu yüzden bunların CEZALARI vardır. Birilerinin hakkı çiğnenmişse o kişinin hakkının yerine getirilmesi için hak yiyene ceza verilir. Tüm cezalar toplumun düzenini bozduğu için vardır ve gereklidir.
Kişisel ibadetlerin cezası yoktur. Bir kişinin namazı toplumu çürütmez veya toplumu onarmaz. Bir kişinin kişisel bütün ibadetleri sadece kişiyi bağlar. Bu yüzden Kuranda ibadetler üzerinde ceza yada mükafat işlemi SADECE öbür dünyaya hastır. Kişisel ibadetlerde Cezayı yada Mükafatı YALNIZCA ALLAH verir. Kimse bu konuda ilahlık makamında olamaz. Farkındaysanız toplumsal konularda cezalar vardır. Her haksız fiil başka birinin kul hakkına girmeye dayanmaktadır. Tüm cezalar da haksızlığın giderilmesi ve tekrar beraber yaşanması , kinin ve öfkenin giderilmesi için vardır.
Topluma gerekli değil diye ibadet gereksizdir gibi bir anlayışta yanlıştır. Çünkü ibadet maneviyat olarak kendine desteği sağlar. İbadetler de tevrat, zebur, incilde de benzer şekildedir. (bkz. http://malcolmxbir.blogspot.com.tr/2016/02/namazi-sadece-muslumanlar-mi-kilar.html )
İbadetler kişisel inşa için, ahlak kuralları ve bunun bozulmaması toplumun inşası için, diğer canlıların fıtratının bozulmaması doğanın dengesinin bozulmaması için gereklidir. Bu bozulmanın başlamasıyla Allah insanlara tekrar tekrar peygamberler göndermektedir. Bu inceliği anlamayanlar sadece ibadetler üzerinde tartışmakta , sadece ibadet ederek kurtulacaklarını zannetmektedir. Sadece ibadetler için değil Adaleti sağlamak için de uğraşmak gereklidir.
Şüphesiz Allah, emanetleri ehline teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor. Bununla Allah, size ne güzel öğüt veriyor! Doğrusu Allah, işitendir, görendir. (nisa 58)
Allah , insanların hükmetmesini emrediyor ve hükmederlerse ADALETLE hükmetmesini , işi ehline vermeyi emrediyor. Tüm toplum bu adalet üzere yaşaması gerekiyor. Herkesin fıtratı aynıysa herkesin kötü bulduğu şey aynıysa bununla ilgili toplumsal hukuk kuralları getirilir. Örnek: İnsan hakları evrensel beyannamesi gibi.
Adil bir yönetim oluşturmadıkça , adalet gerçekleşmedikçe, işi ehline vermedikçe, ehil insanların dayanışması olmadıktan sonra, cezalar caydırıcı olmadıkça, haksız fiillere karşılık ceza vereceği yerde mükafat verilirse, insanlar fıtratlarını bozdukça, merhamet, ahlak kurallarımız yerler bir edilirse toplum batmaya mahkum olur. Din kişisel, toplumsal ve doğanın yeniden inşası için gelmiştir. Bu yüzden gereklidir.
(ayrıca bkz. http://malcolmxbir.blogspot.com.tr/2016/02/adalet-kavrami-uzerine.html )
12 Haziran 2016 Pazar
ORUÇ
Oruç konu edildiği zaman orucu reddedenler orucun diğer kutsal kitaplarda sadece susma yani konuşmama orucu olduğunu söyleyip yenilip içilebileceğini söylerler. Oysaki durum böyle değildir.
Ey iman edenler, sizden öncekilere yazıldığı gibi, oruç, size de yazıldı (farz kılındı). Umulur ki sakınırsınız. (bakara 183)
peki bizden öncekilere ne yazılmış bir bakalım
Matta - BÖLÜM 4 : Mat.4: 2 İsa kırk gün kırk gece oruç tuttuktan sonra ->acıktı.
Luka - BÖLÜM 5 : Luk.5: 33 Onlar İsa'ya, "Yahya'nın öğrencileri sık sık oruç tutup dua ediyorlar, Ferisiler'in öğrencileri de öyle.
Seninkiler ise---> yiyip içiyor" dediler. Zebur - 35. MezmurDavut'un mezmuru : Mez.35: 13-14 Oysa onlar hastalanınca ben çula sarınır, Oruç tutup alçakgönüllü olurdum. Duam yanıtsız kalınca, Bir dost, bir kardeş yitirmiş gibi dolaşırdım. Kederden belim bükülürdü, Annesi için yas tutan biri gibi.
Zebur - 109. MezmurMüzik şefi için - Davut'un mezmuru :
Mez.109: 24 --->Dizlerim titriyor oruç tutmaktan; Bir deri bir kemiğe döndüm.
Tevrat - ESTER : Est.4: 16 "Git, Sus'taki bütün Yahudiler'i topla; benim için oruç tutun; üç gün, üç gece
---->hiçbir şey yemeyin, içmeyin.
-------------------------- -------------------------- -------------------
şimdi Kurana bakalım
Ey iman edenler, sizden öncekilere yazıldığı gibi, oruç, size de yazıldı (farz kılındı). Umulur ki sakınırsınız. (bakara 183)
Oruç, sayılı günlerdedir. İçinizden biri hastalanır, yahut yolda bulunursa orucunu yer, sonra başka günlerde, o yediği gün sayısınca oruç tutar. Kime oruç zor gelirse her gün için bir yoksulu doyurur. Bununla birlikte, gönülden kim bir iyilik yaparsa o kendisi için daha hayırlıdır. Eğer bilirseniz oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır. (bakara 184)
Ey iman edenler, sizden öncekilere yazıldığı gibi, oruç, size de yazıldı (farz kılındı). Umulur ki sakınırsınız. (bakara 183)
peki bizden öncekilere ne yazılmış bir bakalım
Matta - BÖLÜM 4 : Mat.4: 2 İsa kırk gün kırk gece oruç tuttuktan sonra ->acıktı.
Luka - BÖLÜM 5 : Luk.5: 33 Onlar İsa'ya, "Yahya'nın öğrencileri sık sık oruç tutup dua ediyorlar, Ferisiler'in öğrencileri de öyle.
Seninkiler ise---> yiyip içiyor" dediler. Zebur - 35. MezmurDavut'un mezmuru : Mez.35: 13-14 Oysa onlar hastalanınca ben çula sarınır, Oruç tutup alçakgönüllü olurdum. Duam yanıtsız kalınca, Bir dost, bir kardeş yitirmiş gibi dolaşırdım. Kederden belim bükülürdü, Annesi için yas tutan biri gibi.
Zebur - 109. MezmurMüzik şefi için - Davut'un mezmuru :
Mez.109: 24 --->Dizlerim titriyor oruç tutmaktan; Bir deri bir kemiğe döndüm.
Tevrat - ESTER : Est.4: 16 "Git, Sus'taki bütün Yahudiler'i topla; benim için oruç tutun; üç gün, üç gece
---->hiçbir şey yemeyin, içmeyin.
--------------------------
şimdi Kurana bakalım
Ey iman edenler, sizden öncekilere yazıldığı gibi, oruç, size de yazıldı (farz kılındı). Umulur ki sakınırsınız. (bakara 183)
Oruç, sayılı günlerdedir. İçinizden biri hastalanır, yahut yolda bulunursa orucunu yer, sonra başka günlerde, o yediği gün sayısınca oruç tutar. Kime oruç zor gelirse her gün için bir yoksulu doyurur. Bununla birlikte, gönülden kim bir iyilik yaparsa o kendisi için daha hayırlıdır. Eğer bilirseniz oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır. (bakara 184)
Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur'an'ın indirildiği aydır. Öyle ise sizden ramazan ayını idrak edenler onda/o ayda oruç tutsun. Kim o anda hasta veya yolcu olursa (tutamadığı günler sayısınca) başka günlerde kaza etsin. Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Bütün bunlar, sayıyı tamamlamanız ve size doğru yolu göstermesine karşılık, Allah'ı tazim etmeniz, şükretmeniz içindir. (bakara 185)Kullarım, beni senden sorarlarsa, (bilsinler ki), gerçekten ben (onlara çok) yakınım. Bana dua edince, dua edenin duasına cevap veririm. O hâlde, doğru yolu bulmaları için benim davetime uysunlar, bana iman etsinler.(bakara 186)
Şafağın aydınlığı gecenin karanlığından ayırt edilinceye (tan yeri ağarıncaya) kadar yiyin, için. Sonra da akşama kadar orucu tam tutun. (bakara 187 den)
Oruç ramazan ayında tutulur. Ramazan ayını oruçlu geçirsinden bu sayının ramazan ayı boyunca tutulduğu anlaşılır. Yani 30 gündür. Kim orucu yerde SAYIYI TAMAMLAYACAK ŞEKİLDE KAZA ETSİN AMA SAYIYI TAMAMLASIN DENİLMİŞTİR. Öyle 61 gün tutma gibi birşey söz konusu değildir. Allah zorluk diler mi? Allah kolaylık diler. Oruç tüm kutsal kitaplarda yememe ve içmeme olarak geçmektedir. Başka anlamlar yükleyip yok oruç aslında başka birşeydir yememek içmemek değildir demek hatalıdır. Allah ın kelamına muhalefet etmektir. selam ve dua ile..
Kuranda şefaat/yardım var mı ? Varsa kime yarar sağlar?
Kuranda şefaatin geçtiği ayetler içinde 14 ayette şefaat yani yardımın sadece Allah 'a ait olduğunu başka şefaatçi olmadığını vurgulamaktadır. Diğer 10 ayette şefaatin var olduğunu delil olarak sundukları ayetler mevcuttur. Bu ayetlerin hepsini yazalım ki gerçeği görebilelim.
Şefaatin sadece Allah'a ait olduğunu içeren ayetler
1-Öyle bir günden sakının ki, o gün hiç kimse bir başkası adına bir şey ödeyemez. Hiçbir kimseden herhangi bir şefaat/yardım kabul olunmaz, fidye alınmaz. Onlara yardım da edilmez. (bakara 48)
2-Kimsenin kimse namına bir şey ödemeyeceği, hiç kimseden fidye alınmayacağı, kimseye şefaatin yarar sağlamayacağı ve hiç kimsenin hiçbir taraftan yardım göremeyeceği günden sakının. (bakara 123)
3- Ey iman edenler! Hiçbir alışverişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin olmadığı kıyamet günü gelmeden önce, size rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda harcayın. İnkâr edenler ise zalimlerin ta kendileridir. (bakara 254)
4-Kendileri için Allah’tan başka ne bir dost, ne de bir şefaatçi/yardımcı bulunmaksızın, Rab’lerinin huzurunda toplanmaktan korkanları, Allah’a karşı gelmekten sakınsınlar diye, onunla/Kur’an ile uyar. (enam 51)
5-Dinlerini oyun ve eğlence edinenleri ve dünya hayatı kendilerini aldatmış olanları bırak. Hiç kimsenin kazandığı yüzünden mahrumiyete sürüklenmemesi için Kur’an ile öğüt ver.
Yoksa ona Allah’tan başka ne bir dost vardır, ne de bir şefaatçi/yardımcı . Kurtuluşu için her türlü fidyeyi verse de bu ondan kabul edilmez. İşte onlar kazandıkları yüzünden helâke sürüklenmiş kimselerdir. Küfre saplanıp kalmalarından dolayı onlara çılgınca kaynamış bir içecek ve elem dolu bir azap vardır.
(enam 70)
6-Andolsun, sizi ilk defa yarattığımız gibi teker teker bize geldiniz. Size verdiğimiz dünyalık nimetleri de arkanızda bıraktınız. Hani hakkınızda Allah’ın ortakları olduğunu zannettiğiniz şefaatçilerinizi/yardımcılarınızı da yanınızda görmüyoruz? Artık aranızdaki bağlar tamamen kopmuş ve Allah’ın ortağı olduklarını iddia ettikleriniz, sizi yüzüstü bırakıp kaybolmuşlardır. (enam 94)
7-Allah’dan başka ibadet ettikleri ortaklarından da kendilerine şefaatçiler/yardımcılar bulunmaz. Onlar, Allah’a ortak koştuklarını da inkâr edeceklerdir. (rum 13)
8-Allah, gökleri ve yeri, ikisi arasındakileri altı gün içinde/altı evrede yaratan sonra da Arş’a kurulandır. Sizin için O’ndan/ALLAH' dan başka hiçbir dost, hiçbir şefaatçi yoktur. Hâlâ düşünüp öğüt almayacak mısınız? (secde 4)
9-“O’nu bırakıp da başka ilâhlar mı edineyim? Eğer Rahmân bana bir zarar vermek istese, onların şefaati bana hiçbir fayda sağlamaz ve beni kurtaramazlar.” (yasin 23)
10-Orada onlar taptıklarıyla çekişerek şöyle derler: Allah’a andolsun! Biz gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz. Çünkü sizi, âlemlerin Rabbi ile bir tutuyorduk.Bizi ancak önderlerimiz olan suçlular saptırdı. İşte bu yüzden bizim şefaatçilerimiz/yardımcımız yok. (şuara 96- 100)
11-Yoksa Allah’tan başka şefaatçiler mi edindiler? De ki: “Hiçbir şeye güçleri yetmese ve düşünemiyor olsalar da mı?” (zümer 43)
12- De ki: “Şefaat tümüyle Allah’a aittir. Göklerin ve yerin hükümranlığı O’nundur. Sonra yalnız O’na döndürüleceksiniz.” (zümer 44)
13- Onun haberlerinin gerçekleşmesini mi bekliyorlar? Haberleri gerçekleştiği gün, onu daha önce önemsemeyenler, 'Rabbimizin elçileri gerçeği getirmişlerdi. Bizim için aracılık edecek bir şefaatçi/yardımcı var mı? Yahut, öncekinden farklı davranmak için geri gönderilsek,' derler. Kendilerini mahfetmişlerdir ve uydurdukları şeyler de onları terketmiştir. (araf 53)
14-Yaklaşmakta olan gün konusunda onları uyar. O gün yürekler gam ve tasa ile dolu, sanki gırtlaklara dayanmıştır. Zalimlerin ne sıcak bir dostu, ne de sözü dinlenir bir şefaatçisi vardır. (mümin 18)
Görüldüğü üzere ayetlerde şefaatin yalnızca Allah' a ait olduğunu belirtmektedir. Şimdi de şefaatin var olduğu diye delillendirilen ayetlere bakalım.
Kim iyi bir şefaatte/yardımda aracılıkta bulunursa o şefaatten/yardımdan payı vardır ve kim kötü bir şefaatte/yardımdan bulunursa ondan payı var ve Allah her şeyi bilir korur. (nisa 85)
Bu ayette kim bir iyi yol açarsa o yol devam ettiği sürece ondan pay alması, kim de kötü bir işin, kötü bir fikrin oluşmasını sağlamışsa ve o fikir devam ediyorsa ondan pay olması söz konusudur.
Şefaate delil sunulan ayetler
1-Allah, O'ndan başka tanrı yoktur; O, hayydir, kayyûmdur. Kendisine ne uyku gelir ne de uyuklama. Göklerde ve yerdekilerin hepsi O'nundur. İzni olmadan O'nun katında kim şefaat edebilir? O, kullarının yaptıklarını ve yapacaklarını bilir. O'na hiçbir şey gizli kalmaz. O'nun bildirdiklerinin dışında insanlar O'nun ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilemezler. O'nun kürsüsü gökleri ve yeri içine alır, onları koruyup gözetmek kendisine zor gelmez. O, yücedir, büyüktür. (bakara 255)
2-Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı evrede yaratan, sonra da Arş’a kurulup işleri yerli yerince düzene koyan Allah’tır. O'nun izni olmaksızın, hiç kimse şefaatçi olamaz. İşte O, Rabbiniz Allah’tır. O hâlde O'na kulluk edin. Hâlâ düşünmüyor musunuz? (yunus 3)
3- Rahmân’ın katında söz almış olanlardan başkaları şefaat/yardım hakkına sahip olmayacaklardır. (meryem 87)
4- O gün, Rahmân’ın izin verdiği ve sözünden razı olduğu kimseden başkasının şefaati fayda vermez. (ta ha 109)
5- O'nun katında kendisine izin verdiğinin dışında kimsenin şefaati yarar vermez. Sonunda kalplerinden korku giderilince: 'Rabbiniz ne söyledi?' derler. 'Hakkı' derler. O yücedir, büyüktür. (sebe 23)
7-Artık şefaat edenlerin şefaati onlara fayda sağlamaz. (müddesir 48)
8- Allah’ı bırakıp, kendilerine ne zarar, ne de fayda verebilecek şeylere tapıyorlar ve
“İşte bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir/yardımcılarımızdır” diyorlar. De ki: “Siz, Allah’a göklerde ve yerde O’nun bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz!? O, onların ortak koştukları şeylerden uzaktır, yücedir.” (yunus 18)
Ayetlere göre Allah katında söz alanların şefaat edebileceği dile getirilmektedir. Peki şefaat edenlerin kimler olduğuna bakalım.
Allah, onların önlerindekini de arkalarındakini/yaptıklarını da yapacaklarını da bilir.
Onlar/Melekler, O’nun/ALLAH'ın razı olduğu kimselerden başkasına şefaat etmezler ve hepsi O’nun korkusuyla titrerler.
(enbiya 28)
Göklerde nice melekler vardır ki onların şefaatleri/yardımları; ancak Allah’ın izniyle, dilediği ve hoşnut olduğu/razı olduğu kimselere yarar sağlar. (necm 26)
Onun size, “Melekleri ve peygamberleri ilâhlar edinin.” diye emretmesi de düşünülemez. Siz müslüman olduktan sonra, o size hiç inkârı emreder mi? (ali imran 80)
Şefaat olacaksa bile şefaat edenlerin melekler olduğunu ve sadece Allah'ın razı olduğu kullarına karşı şefaat edebileceği necm suresi 26. ayette ve enbiya suresi 28.ayette net bir şekilde vurgulanmaktadır.
Bu şefaatinde YALNIZCA ALLAH 'IN RAZI OLDUĞU KULLARA GEÇERLİ OLACAĞI YAZMAKTADIR. Allah razı olacaksa şefaat için başkasından yardım dilemek ve medet ummak doğru mudur? Allah 'ın razı olmadığına hiç kimse şefaat edemeyeceği yazıyorsa ve herşey Allah 'ın razı olmasına bağlıysa o zaman neden SADECE DİNİ ALLAH'A HAS KILARAK DUA ETMİYORUZ. Melekler şefaat edecek diye onlara tapın der mi Allah ? Tevhidi haykıran kuran ortaklı dini emreder mi?
Müşrikler Allah dışında şefaatçi edindikleri için şirk işlemiş oldular. Onlar Allah a yaklaştırsın diye aracı koyup put edinmişledi. Putun canlı olması yada heykelden olması pek önemli değil Allah 'ın TEVHİD DİNİNİN EMRİ DİNİ YALNIZCA ALLAH'A HAS KILMAKTAN GEÇER.
İyi bilin ki, halis din yalnız Allah’ındır. O’nu bırakıp da başka dostlar edinenler, “Biz onlara sadece, bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz” diyorlar. Şüphesiz Allah, ayrılığa düştükleri şeyler konusunda aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve nankör olanları doğru yola iletmez. (zümer 3)
FATİHA SURESİNDE YALNIZ SANA KULLUK EDERİZ VE YALNIZCA SENDEN YARDIM DİLERİZ sözünü etmemize rağmen Allah'dan başka şefaatçi edinmek doğru mudur?
Onlar gelip geçmiş bir ümmettir. Onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıklarınız sizindir. Siz onların yaptıklarından sorumlu tutulacak değilsiniz. (bakara 134, bakara 141)
Sağırlara/duymak istemeyenlere sen mi duyuracaksın;
yahut körleri/görmek istemeyenlere ve apaçık bir sapıklık içinde olanları sen mi doğru yola ileteceksin? Onları hidayete erdirmek sana ait değildir. Sen sevdiğin kişileri hidayete erdiremezsin. Sen cehennemlikleri kurtaramazsın. Nefsinin arzularını ilah edinenlere vekil olamazsın.
yahut körleri/görmek istemeyenlere ve apaçık bir sapıklık içinde olanları sen mi doğru yola ileteceksin? Onları hidayete erdirmek sana ait değildir. Sen sevdiğin kişileri hidayete erdiremezsin. Sen cehennemlikleri kurtaramazsın. Nefsinin arzularını ilah edinenlere vekil olamazsın.
Allah, isteyeni/istekli olanı hidayete erdirir.
DİLEYEN/İSTEKLİ OLAN kimse Rabbine ulaştıran bir yol tutar.
DİLEYEN/İSTEKLİ OLAN ondan öğüt alır.
Vekil olarak Allah yeter.
Göklerde ve yerde olanlar Allah'ındır. Vekil olarak Allah yeter.
Ve ölüm çattığında: “Kurtaracak kimdir?” denir.
O gün sevk/dönüş, yalnızca Rabbinedir.
Hepiniz de sonunda YALNIZCA ALLAH 'a döndürüleceksiniz..
Allah diriltir ve öldürür; ancak O’na götürüleceksiniz.
O hâlde, ancak Allah'a kulluk edin.
DİLEYEN/İSTEKLİ OLAN kimse Rabbine ulaştıran bir yol tutar.
DİLEYEN/İSTEKLİ OLAN ondan öğüt alır.
Vekil olarak Allah yeter.
Göklerde ve yerde olanlar Allah'ındır. Vekil olarak Allah yeter.
Ve ölüm çattığında: “Kurtaracak kimdir?” denir.
O gün sevk/dönüş, yalnızca Rabbinedir.
Hepiniz de sonunda YALNIZCA ALLAH 'a döndürüleceksiniz..
Allah diriltir ve öldürür; ancak O’na götürüleceksiniz.
O hâlde, ancak Allah'a kulluk edin.
(bkz. zuhruf 40,bakara 272, kasas 56, zümer 19, furkan 43, nebe 39,abese 12, nisa 81, nisa 132, kıyame 27, kıyame 30 bakara 245, yunus 56, ankebut 56, )
Şefaatten kastın günümüz müslümanlarında iz düşümü cehenneme girecekken peygamberimizin atılıp durun o benim ümmetimden onu bırakın diyip bırakması gibi tasavvur oluşturulmuştur. Ayette sen CEHENNEMLİKLERİ KURTARAMAZSIN (bkz. zümer 19) demesine rağmen böyle bir tasavvurun yanlış olduğu ortaya çıkmaktadır. Yanlış Allah inancından kaynaklı bu anlayış Allah'ı zalim, gaddar ve peygamberi ondan daha merhametliymiş gibi göstermektedir. Allah merhametlilerin en merhametlisi olduğu halde onun hükmünü beğenmemek onun bilgisinin daha az olduğunu ilan etmektir ve onun merhametinin daha az olduğunu söylemektir. Düşünün!!!
10 Haziran 2016 Cuma
Ahzab suresi 37.ayet ve 50.ayet çarpıtılması konusu
Sürekli çarpıtılan ve ateistlerin en çok kaşıdığı ahzab suresinin 37. ve 50. ayetinin çarpıttıkları gibi olmadığını kurandan delillendirerek aktarmak istiyorum.
Bu konuya ışık tutması açısından öncelikle boşanma süresinin ve boşanma sürecinin öyle üç kez ardı ardına boş ol demeyle nikahın düşmesi diye bir şey söz konusu olmadığını bu sürecin baya bir zaman diliminde gerçekleştiğini bakara suresi 226 ile 237 ayetleri arasında net bir şekilde anlatılmıştır.
Bu arada bakara suresi ahzab süresinden önce inmiştir.
Eşlerine yaklaşmamaya yemin edenler için 4 AY bekleme süresi vardır. Eğer bu süre içinde dönerlerse, şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. Eğer boşamaya azimlilerse ayrılırlar. Biliniz ki, Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.Boşanmış kadınlar, kendi başlarına evlenmeden önce 3 ay hali (hayız veya temizlik müddeti) beklerler. Eğer onlar Allah'a ve ahiret gününe gerçekten inanmışlarsa, rahimlerinde Allah'ın yarattığını gizlemeleri kendilerine helâl olmaz. Eğer kocalar BARIŞMAK isterlerse, bu durumda boşadıkları kadınları geri almaya DAHA FAZLA HAK sahibidirler.Erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları gibi, kadınların da erkekler üzerinde eşit hakları vardır.Ancak erkekler, kadınlara göre bir derece üzerindedir. Allah azîzdir, hakîmdir. Boşama 2 defadır. Sonrası, ya iyilikle geçinmek/evliliğe devam etmek, ya da güzellikle bırakmaktır. Evlilikte tarafların Allah’ın belirlediği ölçüleri koruyamama endişeleri dışında boşanma esnasında kadınlara verdiklerinizden/mehirden/paradan/maldan bir şeyi geri almanız, sizin için helâl olmaz.Kadının kendi hakkının bir kısmından vazgeçmesinde ikisi içinde herhangi bir günah yoktur.Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır. Sakın bunları aşmayın. Allah’ın koyduğu sınırları kim aşarsa, onlar zalimlerin ta kendileridir. Eğer erkek karısını üçüncü defa boşarsa, kadın, onun dışında bir başka kocayla nikâhlanmadıkça ona helâl olmaz. Sonradan evlendiği kocası eğer onu boşarsa eğer, kadın ile ilk kocası Allah’ın koyduğu ölçüleri gözetebileceklerine inanıyorlarsa tekrar birbirlerine dönüp evlenmelerinde bir günah yoktur. İşte bunlar Allah’ın, anlayan bir toplum için açıkladığı ölçüleridir.Kadınları boşadığınız ve onlar da bekleme sürelerini bitirdikleri zaman, ya onları iyilikle tutun yahut iyilikle bırakın. Haklarına tecavüz edip zarar vermek için onları tutmayın. Bunu kim yaparsa kendine zulmetmiş olur. Sakın Allah’ın âyetlerini eğlenceye almayın. Allah’ın üzerinizdeki nimetini, size öğüt vermek için indirdiği Kitab’ı ve hikmeti hatırlayın. Allah’a karşı gelmekten sakının ve bilin ki Allah her şeyi hakkıyla bilendir.
Kadınları boşadığınız ve onlar da BEKLEME SÜRELERİNİ BİTİRDİKLERİ ZAMAN kendi aralarında aklın ve dinin gereklerine uygun olarak güzellikle anlaştıkları takdirde, eşleriyle EVLENMELERİNE engel olmayın. Bununla içinizden Allah’a ve ahiret gününe iman edenlere öğüt verilmektedir. Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.Emzirme süresini tamamlamak isteyenler için analar bebeklerini tam 2 YIL emzirmeli. Annenin yiyecek ve giyecek ihtiyacını ise çocuğun babası güzel ve uygun bir şekilde karşılamalı. Kimse kapasitesinin üzerinde sorumlu tutulamaz. Ne anne çocuğu yüzünden, ne de babası çocuğu yüzünden zarara sokulmasın. Bunu gerçekleştirmek mirasçısının da görevidir. Ana ve baba danışıp anlaştıktan sonra sütten kesmek isterse, ikisine de bir günah yoktur. Çocuklarınızı sütanneye emzirtmek isterseniz ücretini uygun bir biçimde ödediğiniz sürece size bir sorumluluk yoktur.Bilin ki Allah, yapmakta olduklarınızı görür. Aranızdan arkalarında eşlerini bırakarak ölenlerin eşleri , kendi kendilerine, 4 AY 10 GÜN beklerler. Bekleme sürelerini tamamlamalarından sonra onların kendi haklarında örfe uygun olarak yaptıklarından dolayı size bir sorumluluk yoktur. Allah yaptıklarınızı bilmektedir. Vefat iddeti beklemekte olan kadınlara kendileri ile evlenmek istediğinizi üstü kapalı olarak anlatmanızda veya bu isteğinizi içinizde saklamanızda sizin için bir günah yoktur. Allah biliyor ki, siz onlara söyleyeceksiniz. Meşru sözler söylemeniz dışında sakın onlarla gizliden gizliye buluşma yönünde sözleşmeyin. Bekleme müddeti bitinceye kadar da nikâh yapmaya kalkışmayın. Şunu da bilin ki, Allah içinizden geçeni hakkıyla bilir. Onun için Allah’a karşı gelmekten sakının ve yine şunu da bilin ki Allah gerçekten çok bağışlayandır, halîmdir.
Kendilerine el sürmeden/cinsel ilişki yaşamadan ya da mehir belirlemeden kadınları boşarsanız size bir günah yoktur. Bu durumda -eli geniş olan gücüne göre, eli dar olan da gücüne göre olmak üzere- onlara, aklın ve dinin gereklerine uygun olarak meta/değerli/yararlı eşyalardan verin. Bu, iyilik yapanlar üzerinde bir borçtur.Eğer onlara mehir tespit eder de kendilerine el sürmeden boşarsanız, tespit ettiğiniz mehrin yarısı onlarındır. Ancak kadının, ya da nikâh bağı elinde bulunanın kocanın, paylarından vazgeçmesi başka. Bununla birlikte , sizin vazgeçmeniz takvaya /Allah’a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Aranızda iyilik yapmayı da unutmayın. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir.
(bakınız. bakara suresi 226 ile 237 arası ayetler)
Ayetlere göre boşanmanın 2 defa olduğu geçmektedir. Yani biri eşinden 2 defa boşanma kararına gidebilir. Bu karardan sonra bekleme suresi 3 aydır. Bu karar 3 ay içinde değişir de tekrar barışmak istenirse barışma yoluna gidilir. Daha sonra yine geçimsizlik nedeniyle boşanmaya karar verirlerse yine 3 ay bekleme süresine girerler. Bu bekleme süresi içerisinde barışmak isterlerse tekrar barışma yoluna gidilir. Daha sonra yine de ayrılma kararına giderlerse bekleme süresi yine vardır ve bu bekleme süresi sonunda başkasıyla evlenme yoluna gidilmelidir denilmiştir. Çünkü şiddetli geçimsizlik yaşayan insanlar yine aynı geçimizliğe devam edeceklerdir. Başkasıyla evlenmesi daha uygun görülmüştür. Başkasıyla evlenen kişiyle de anlaşamazsa ancak o zaman tekrar eski kocasıyla evlenebilir denilmiştir. Bu emrin bana göre yorumu evliliği oyuncak haline getirip sürekli evlenip boşama, evlenip boşamaya gidilmemesidir. Gördüğünüz gibi rivayetsel söylenildiği gibi 3 kere boş ol denilmeyle boşanılmıyor. Ve araya hülleci koyup sonra ondan boşatıp tekrar evlenme diye birşey söz konusu değildir. Bu ancak ayetlere muhalif davranmak ve Allah 'ı KANDIRDIĞINI ZANNETMEKTİR. O kadar bekleme süresini yok saymaktır. Ayetlere savaş açmaktır.
Gelelim akrabalardan evlenilmesi yasak olan kişilerin kimler olduğuna;
Size şunlarla evlenmek haram kılındı:Anneleriniz, kızlarınız, kız kardeşleriniz , halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeşinizin kızları, kız kardeşinizin kızları, süt anneleriniz, süt annenin kızları, evlendiğiniz kadınların anneleri, kendisiyle ilişkiye girdiğiniz kadınlarınızdan olan üvey kızlarınız, eğer ilişkiye girmediyseniz onlarla evlenmenizde bir sakınca yoktur. ÖZ OĞULLARINIZIN EŞLERİ ve iki kız kardeşi beraber nikahlamanız da haramdır. Ancak geçen geçmiştir. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.
(bakınız Nisa suresi 23.ayet)
Ayette teyze kızları, hala kızları, dayı kızları, amca kızları geçiyor mu ? geçmiyor. Yani teyze kızları, hala kızlarıyla evlenmek haram değildir. Zaten anadoluda yüzyıllardır böyle yapılan akraba evlilikleri mevcuttur. Şuanda bile bu şekilde teyze kızı/hala kızı/dayı kızı/amca kızı ile evlenenler vardır. Ayrıyeten üvey oğulun karısı da bu ayette haram olarak geçmemektedir.
Ey Peygamber! Biz sana mehirlerini/ecirlerini verdiğin eşlerini, Allah’ın sana bağışladığı elinin altında bulunan kadınlar; seninle beraber hicret eden, amcanın kızları, halalarının kızları, dayının kızları ve teyzelerinin kızları sana helâldir.
Ayrıca, MEHİRSİZ olarak kendini Nebiye bağışlayan, Nebinin de kendisini nikâhlamak istediği herhangi bir mümin kadını da diğer müminlere değil de, sana has helaldir. Müminlere eşleri ve sahip oldukları cariyeleri hakkında farz kıldığımız şeyleri elbette bilmekteyiz. Bütün bunlar, sana herhangi bir zorluk olmaması içindir. Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. (bakınız ahzab 50. ayeti)
Ayette teyze kızları, dayı kızları, amca kızları, hala kızları diğer müminlere helal değildir denilmemektedir. Burada peygambere has kılınan kendini mehirsiz sunan kadınların durumudur. Kadınların mehirsiz kendilerini peygambere sunması yani evlilik teklifi karşısında peygambere özel ruhsatın olmasıdır. Peygamberimiz Hatice annemizle evlenmiş ve yıllarca tek eşli olarak yaşamıştır. Hatice annemiz yaşarken Muhammed peygamberimize peygamberlik gelmiş ve 10 yıl boyunca peygamberliği sırasında tek eşli olarak yaşamıştır. Hatice annemizin ölmesi ve Mekkenin fethedilmesinden sonra peygamberimiz ülkenin en yetkili kişisi konumuna gelmiştir. Bunun üzerine peygambere kendini mehirsiz evlenme teklif eden kişiler, peygamberle akraba olmak isteyen insanların kızlarını vermek istemesi üzerine bu ayetler nazil olmuştur. Ayetin devamında ise zaten bir sınırlandırma getirmiş ve bunların dışında evlenmen haramdır diye noktalanmıştır.
Bu hanımlarından dilediğini/istediğini geri bırakırsın, dilediğini/istediğini yanına alırsın. Uzak durduklarından dilediklerini yanına almanda da sana bir günah yoktur. Bu onların gözlerinin aydın olması, üzülmemeleri ve hepsinin de kendilerine verdiğine razı olmaları için daha uygundur. Allah, kalplerinizdekini bilir. Allah, hakkıyla bilendir, halîmdir. Bundan sonra ellerinin alında sahip olduklarının dışında , güzellikleri hoşuna gitse bile başka kadınlarla evlenmek, eşlerini boşayıp başka eşler almak sana helâl değildir. Şüphesiz Allah, her şeyi gözetleyendir.
(bakınız. ahzab 51,52.ayeti)
Bu durumun oluşması kadınların peygambere olan tutumundan kaynaklıdır. Eğer peygamber rivayetsel kaynaklarında belirtildiği gibi sapık olsaydı, ahlaksız olsaydı kadınlar neden evlenmek istesinler yada kendilerini mehirsiz de olsa almasını istesinler?
ALLAH tarafından kendisine iyilik yapılan ve senin de iyilikte bulunduğun kişiye, 'Karını tut ve ALLAH'ı gözet,' diyordun. Böylece ALLAH'ın açığa vuracağı bir şeyi gizliyordun. ALLAH'tan çekinmen gerekirken halktan çekiniyordun. Zeyd eşiyle ilişiğini kestiğinde biz seni onunla evlendirmiştik ki, inananlar, evlatlıkları eşleriyle ilişiklerini kestiklerinde onlarla evlenmekte güçlükle karşılaşmasın. ALLAH'ın buyruğu yerine getirilmelidir.
(bakınız ahzab 37.ayet)
Zeyd, Hatice annemizin kölesiydi. Peygamberimizle evlendikten sonra Zeyd'i peygamberimize vermiştir. Peygamberimizde Zeyd 'i kölelikten kurtarmış ve ona özgürlüğünü vermiştir. Zeyde ister yanımda dur ister ailene git bunun kararı sana kalmıştır demiştir. Bunun üzerine peygamberimizi seven Zeyd yanında kalmaya karar vermiştir. Peygamberimiz bu tutumdan dolayı onu EVLATLIK ve özgür birey olarak yanında tutmuştur. Daha sonra Zeyd peygamberimizin teyzesinin kızı Zeynep ile evlenmiş ve geçimsizlik sebebiyle boşamaya karar vermiştir. Bu durumu peygamberimize anlattıktan sonra peygamberimiz BOŞAMA, YANINDA TUT , ARAYI DÜZELT demiştir. Bunun üzerine düzeltme yoluna gitse de yine ailevi ilişki patlak vermiş ve sonunda boşanmışlardır. Boşanma süreciyle ilgili sayfanın başında belirtilen süreler gözetildikten sonra peygamberimizle evlenmiştir. Üvey evlatlığın karısıyla evlenmek ve teyze kızıyla evlenmek diğer ayetlere göre de haram değildir.
Peygamberimizin onu sevdiğini ve bunu milletten sakladığı yani toplumdan çekindiği bir durum söz konusudur. Allah ın emriyle gerçekleşen olayda Allah bu işin olması gerektiğini vurguluyor. Toplumda evlatlığın karısıyla evlenmek hoş karşılanmayan bir durum olsa gerek ki peygamberimiz bundan dolayı sıkıntıya düşüyor ve bu durumun kalkması ve bir tabunun yıkılması adına peygamberimiz rol model oluyor. Ayrıca eskiden köle olan biriyle kendi akrabasını evlendirerek toplumda köleliğin zihinlerden temizlenmesi ve eşit durumda olduklarını göstermiş oluyor. Daha sonra köle olan birisinin karısının aynı zamanda bir peygamber eşi olabileceği yine köleliğin kaldırılmasına ve eskiden köle olan eşlerle, özgür olanların eşleri arasında statü farkını ortadan kaldırmış oluyor. Şimdi soralım eğer peygamberimiz hadislerde geçtiği üzere sapık olsaydı kadınlar ona kendini mehirsiz sunarlar mıydı? Teklif ederler miydi? Eğer denildiği gibi sapık olsaydı sevmesine rağmen eşini yanında tut , aranı düzelt der miydi? Direk boşa hemen demez miydi?
Sanıldığının aksine peygamberimiz ahlakının gereğini yapıp iyi niyetle yaklaşmıştır ve toplumdan çekinmiştir.
Peki tüm bu bilgilerin kuranda yer alması islam dinini benimseyen arap kavmi için risk değil midir? Risktir. Peygamberimiz bu konu hakkında gelen ayetleri bile bizden saklamayarak olduğu gibi aktarmıştır. Bundan daha özel ne olabilir sevdiği ve herkesten sakladığı bilgiyi bile Allah istedi diye söyleyen peygamberimiz neyi saklamış, gizlemiş olabilir ki ? Ayetleri keçilere yedirenler, gayri metluv vahiy aldı diyenler, söylemediği ayetler var diyenler hakka 44-45-46 ayetlerini okumalarını tavsiye ederim.
Ve eğer, bazı sözleri Bize karşı uydurmuş olsaydı.
Elbette onu kudretimizle alırdık.
Sonra da onun şah damarını mutlaka keserdik.
Hiçbiriniz de bu cezayı engelleyip ondan savamazdı.
Şüphesiz Kur’an, Allah’a karşı gelmekten sakınanlara bir öğüttür. (hakka suresi 44- 48)
Kölelik konusu da arap toplumunda zamanlara yayılarak kaldırılmıştır. Bu uygulamalarla beraber üstünlük ancak takvadadır diyerek tüm sınıfsal ve ırksal farklılıklar bitirilmiştir. Veda hutbesinde belirttiği gibi Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın Araba bir üstünlüğü yoktur diyerek noktalamıştır.
En doğrusunu Allah bilir. Selam ve dua ile...
Bu konuya ışık tutması açısından öncelikle boşanma süresinin ve boşanma sürecinin öyle üç kez ardı ardına boş ol demeyle nikahın düşmesi diye bir şey söz konusu olmadığını bu sürecin baya bir zaman diliminde gerçekleştiğini bakara suresi 226 ile 237 ayetleri arasında net bir şekilde anlatılmıştır.
Bu arada bakara suresi ahzab süresinden önce inmiştir.
Eşlerine yaklaşmamaya yemin edenler için 4 AY bekleme süresi vardır. Eğer bu süre içinde dönerlerse, şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. Eğer boşamaya azimlilerse ayrılırlar. Biliniz ki, Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.Boşanmış kadınlar, kendi başlarına evlenmeden önce 3 ay hali (hayız veya temizlik müddeti) beklerler. Eğer onlar Allah'a ve ahiret gününe gerçekten inanmışlarsa, rahimlerinde Allah'ın yarattığını gizlemeleri kendilerine helâl olmaz. Eğer kocalar BARIŞMAK isterlerse, bu durumda boşadıkları kadınları geri almaya DAHA FAZLA HAK sahibidirler.Erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları gibi, kadınların da erkekler üzerinde eşit hakları vardır.Ancak erkekler, kadınlara göre bir derece üzerindedir. Allah azîzdir, hakîmdir. Boşama 2 defadır. Sonrası, ya iyilikle geçinmek/evliliğe devam etmek, ya da güzellikle bırakmaktır. Evlilikte tarafların Allah’ın belirlediği ölçüleri koruyamama endişeleri dışında boşanma esnasında kadınlara verdiklerinizden/mehirden/paradan/maldan bir şeyi geri almanız, sizin için helâl olmaz.Kadının kendi hakkının bir kısmından vazgeçmesinde ikisi içinde herhangi bir günah yoktur.Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır. Sakın bunları aşmayın. Allah’ın koyduğu sınırları kim aşarsa, onlar zalimlerin ta kendileridir. Eğer erkek karısını üçüncü defa boşarsa, kadın, onun dışında bir başka kocayla nikâhlanmadıkça ona helâl olmaz. Sonradan evlendiği kocası eğer onu boşarsa eğer, kadın ile ilk kocası Allah’ın koyduğu ölçüleri gözetebileceklerine inanıyorlarsa tekrar birbirlerine dönüp evlenmelerinde bir günah yoktur. İşte bunlar Allah’ın, anlayan bir toplum için açıkladığı ölçüleridir.Kadınları boşadığınız ve onlar da bekleme sürelerini bitirdikleri zaman, ya onları iyilikle tutun yahut iyilikle bırakın. Haklarına tecavüz edip zarar vermek için onları tutmayın. Bunu kim yaparsa kendine zulmetmiş olur. Sakın Allah’ın âyetlerini eğlenceye almayın. Allah’ın üzerinizdeki nimetini, size öğüt vermek için indirdiği Kitab’ı ve hikmeti hatırlayın. Allah’a karşı gelmekten sakının ve bilin ki Allah her şeyi hakkıyla bilendir.
Kadınları boşadığınız ve onlar da BEKLEME SÜRELERİNİ BİTİRDİKLERİ ZAMAN kendi aralarında aklın ve dinin gereklerine uygun olarak güzellikle anlaştıkları takdirde, eşleriyle EVLENMELERİNE engel olmayın. Bununla içinizden Allah’a ve ahiret gününe iman edenlere öğüt verilmektedir. Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.Emzirme süresini tamamlamak isteyenler için analar bebeklerini tam 2 YIL emzirmeli. Annenin yiyecek ve giyecek ihtiyacını ise çocuğun babası güzel ve uygun bir şekilde karşılamalı. Kimse kapasitesinin üzerinde sorumlu tutulamaz. Ne anne çocuğu yüzünden, ne de babası çocuğu yüzünden zarara sokulmasın. Bunu gerçekleştirmek mirasçısının da görevidir. Ana ve baba danışıp anlaştıktan sonra sütten kesmek isterse, ikisine de bir günah yoktur. Çocuklarınızı sütanneye emzirtmek isterseniz ücretini uygun bir biçimde ödediğiniz sürece size bir sorumluluk yoktur.Bilin ki Allah, yapmakta olduklarınızı görür. Aranızdan arkalarında eşlerini bırakarak ölenlerin eşleri , kendi kendilerine, 4 AY 10 GÜN beklerler. Bekleme sürelerini tamamlamalarından sonra onların kendi haklarında örfe uygun olarak yaptıklarından dolayı size bir sorumluluk yoktur. Allah yaptıklarınızı bilmektedir. Vefat iddeti beklemekte olan kadınlara kendileri ile evlenmek istediğinizi üstü kapalı olarak anlatmanızda veya bu isteğinizi içinizde saklamanızda sizin için bir günah yoktur. Allah biliyor ki, siz onlara söyleyeceksiniz. Meşru sözler söylemeniz dışında sakın onlarla gizliden gizliye buluşma yönünde sözleşmeyin. Bekleme müddeti bitinceye kadar da nikâh yapmaya kalkışmayın. Şunu da bilin ki, Allah içinizden geçeni hakkıyla bilir. Onun için Allah’a karşı gelmekten sakının ve yine şunu da bilin ki Allah gerçekten çok bağışlayandır, halîmdir.
Kendilerine el sürmeden/cinsel ilişki yaşamadan ya da mehir belirlemeden kadınları boşarsanız size bir günah yoktur. Bu durumda -eli geniş olan gücüne göre, eli dar olan da gücüne göre olmak üzere- onlara, aklın ve dinin gereklerine uygun olarak meta/değerli/yararlı eşyalardan verin. Bu, iyilik yapanlar üzerinde bir borçtur.Eğer onlara mehir tespit eder de kendilerine el sürmeden boşarsanız, tespit ettiğiniz mehrin yarısı onlarındır. Ancak kadının, ya da nikâh bağı elinde bulunanın kocanın, paylarından vazgeçmesi başka. Bununla birlikte , sizin vazgeçmeniz takvaya /Allah’a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Aranızda iyilik yapmayı da unutmayın. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir.
(bakınız. bakara suresi 226 ile 237 arası ayetler)
Ayetlere göre boşanmanın 2 defa olduğu geçmektedir. Yani biri eşinden 2 defa boşanma kararına gidebilir. Bu karardan sonra bekleme suresi 3 aydır. Bu karar 3 ay içinde değişir de tekrar barışmak istenirse barışma yoluna gidilir. Daha sonra yine geçimsizlik nedeniyle boşanmaya karar verirlerse yine 3 ay bekleme süresine girerler. Bu bekleme süresi içerisinde barışmak isterlerse tekrar barışma yoluna gidilir. Daha sonra yine de ayrılma kararına giderlerse bekleme süresi yine vardır ve bu bekleme süresi sonunda başkasıyla evlenme yoluna gidilmelidir denilmiştir. Çünkü şiddetli geçimsizlik yaşayan insanlar yine aynı geçimizliğe devam edeceklerdir. Başkasıyla evlenmesi daha uygun görülmüştür. Başkasıyla evlenen kişiyle de anlaşamazsa ancak o zaman tekrar eski kocasıyla evlenebilir denilmiştir. Bu emrin bana göre yorumu evliliği oyuncak haline getirip sürekli evlenip boşama, evlenip boşamaya gidilmemesidir. Gördüğünüz gibi rivayetsel söylenildiği gibi 3 kere boş ol denilmeyle boşanılmıyor. Ve araya hülleci koyup sonra ondan boşatıp tekrar evlenme diye birşey söz konusu değildir. Bu ancak ayetlere muhalif davranmak ve Allah 'ı KANDIRDIĞINI ZANNETMEKTİR. O kadar bekleme süresini yok saymaktır. Ayetlere savaş açmaktır.
Gelelim akrabalardan evlenilmesi yasak olan kişilerin kimler olduğuna;
Size şunlarla evlenmek haram kılındı:Anneleriniz, kızlarınız, kız kardeşleriniz , halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeşinizin kızları, kız kardeşinizin kızları, süt anneleriniz, süt annenin kızları, evlendiğiniz kadınların anneleri, kendisiyle ilişkiye girdiğiniz kadınlarınızdan olan üvey kızlarınız, eğer ilişkiye girmediyseniz onlarla evlenmenizde bir sakınca yoktur. ÖZ OĞULLARINIZIN EŞLERİ ve iki kız kardeşi beraber nikahlamanız da haramdır. Ancak geçen geçmiştir. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.
(bakınız Nisa suresi 23.ayet)
Ayette teyze kızları, hala kızları, dayı kızları, amca kızları geçiyor mu ? geçmiyor. Yani teyze kızları, hala kızlarıyla evlenmek haram değildir. Zaten anadoluda yüzyıllardır böyle yapılan akraba evlilikleri mevcuttur. Şuanda bile bu şekilde teyze kızı/hala kızı/dayı kızı/amca kızı ile evlenenler vardır. Ayrıyeten üvey oğulun karısı da bu ayette haram olarak geçmemektedir.
Ey Peygamber! Biz sana mehirlerini/ecirlerini verdiğin eşlerini, Allah’ın sana bağışladığı elinin altında bulunan kadınlar; seninle beraber hicret eden, amcanın kızları, halalarının kızları, dayının kızları ve teyzelerinin kızları sana helâldir.
Ayrıca, MEHİRSİZ olarak kendini Nebiye bağışlayan, Nebinin de kendisini nikâhlamak istediği herhangi bir mümin kadını da diğer müminlere değil de, sana has helaldir. Müminlere eşleri ve sahip oldukları cariyeleri hakkında farz kıldığımız şeyleri elbette bilmekteyiz. Bütün bunlar, sana herhangi bir zorluk olmaması içindir. Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. (bakınız ahzab 50. ayeti)
Ayette teyze kızları, dayı kızları, amca kızları, hala kızları diğer müminlere helal değildir denilmemektedir. Burada peygambere has kılınan kendini mehirsiz sunan kadınların durumudur. Kadınların mehirsiz kendilerini peygambere sunması yani evlilik teklifi karşısında peygambere özel ruhsatın olmasıdır. Peygamberimiz Hatice annemizle evlenmiş ve yıllarca tek eşli olarak yaşamıştır. Hatice annemiz yaşarken Muhammed peygamberimize peygamberlik gelmiş ve 10 yıl boyunca peygamberliği sırasında tek eşli olarak yaşamıştır. Hatice annemizin ölmesi ve Mekkenin fethedilmesinden sonra peygamberimiz ülkenin en yetkili kişisi konumuna gelmiştir. Bunun üzerine peygambere kendini mehirsiz evlenme teklif eden kişiler, peygamberle akraba olmak isteyen insanların kızlarını vermek istemesi üzerine bu ayetler nazil olmuştur. Ayetin devamında ise zaten bir sınırlandırma getirmiş ve bunların dışında evlenmen haramdır diye noktalanmıştır.
Bu hanımlarından dilediğini/istediğini geri bırakırsın, dilediğini/istediğini yanına alırsın. Uzak durduklarından dilediklerini yanına almanda da sana bir günah yoktur. Bu onların gözlerinin aydın olması, üzülmemeleri ve hepsinin de kendilerine verdiğine razı olmaları için daha uygundur. Allah, kalplerinizdekini bilir. Allah, hakkıyla bilendir, halîmdir. Bundan sonra ellerinin alında sahip olduklarının dışında , güzellikleri hoşuna gitse bile başka kadınlarla evlenmek, eşlerini boşayıp başka eşler almak sana helâl değildir. Şüphesiz Allah, her şeyi gözetleyendir.
(bakınız. ahzab 51,52.ayeti)
Bu durumun oluşması kadınların peygambere olan tutumundan kaynaklıdır. Eğer peygamber rivayetsel kaynaklarında belirtildiği gibi sapık olsaydı, ahlaksız olsaydı kadınlar neden evlenmek istesinler yada kendilerini mehirsiz de olsa almasını istesinler?
ALLAH tarafından kendisine iyilik yapılan ve senin de iyilikte bulunduğun kişiye, 'Karını tut ve ALLAH'ı gözet,' diyordun. Böylece ALLAH'ın açığa vuracağı bir şeyi gizliyordun. ALLAH'tan çekinmen gerekirken halktan çekiniyordun. Zeyd eşiyle ilişiğini kestiğinde biz seni onunla evlendirmiştik ki, inananlar, evlatlıkları eşleriyle ilişiklerini kestiklerinde onlarla evlenmekte güçlükle karşılaşmasın. ALLAH'ın buyruğu yerine getirilmelidir.
(bakınız ahzab 37.ayet)
Zeyd, Hatice annemizin kölesiydi. Peygamberimizle evlendikten sonra Zeyd'i peygamberimize vermiştir. Peygamberimizde Zeyd 'i kölelikten kurtarmış ve ona özgürlüğünü vermiştir. Zeyde ister yanımda dur ister ailene git bunun kararı sana kalmıştır demiştir. Bunun üzerine peygamberimizi seven Zeyd yanında kalmaya karar vermiştir. Peygamberimiz bu tutumdan dolayı onu EVLATLIK ve özgür birey olarak yanında tutmuştur. Daha sonra Zeyd peygamberimizin teyzesinin kızı Zeynep ile evlenmiş ve geçimsizlik sebebiyle boşamaya karar vermiştir. Bu durumu peygamberimize anlattıktan sonra peygamberimiz BOŞAMA, YANINDA TUT , ARAYI DÜZELT demiştir. Bunun üzerine düzeltme yoluna gitse de yine ailevi ilişki patlak vermiş ve sonunda boşanmışlardır. Boşanma süreciyle ilgili sayfanın başında belirtilen süreler gözetildikten sonra peygamberimizle evlenmiştir. Üvey evlatlığın karısıyla evlenmek ve teyze kızıyla evlenmek diğer ayetlere göre de haram değildir.
Peygamberimizin onu sevdiğini ve bunu milletten sakladığı yani toplumdan çekindiği bir durum söz konusudur. Allah ın emriyle gerçekleşen olayda Allah bu işin olması gerektiğini vurguluyor. Toplumda evlatlığın karısıyla evlenmek hoş karşılanmayan bir durum olsa gerek ki peygamberimiz bundan dolayı sıkıntıya düşüyor ve bu durumun kalkması ve bir tabunun yıkılması adına peygamberimiz rol model oluyor. Ayrıca eskiden köle olan biriyle kendi akrabasını evlendirerek toplumda köleliğin zihinlerden temizlenmesi ve eşit durumda olduklarını göstermiş oluyor. Daha sonra köle olan birisinin karısının aynı zamanda bir peygamber eşi olabileceği yine köleliğin kaldırılmasına ve eskiden köle olan eşlerle, özgür olanların eşleri arasında statü farkını ortadan kaldırmış oluyor. Şimdi soralım eğer peygamberimiz hadislerde geçtiği üzere sapık olsaydı kadınlar ona kendini mehirsiz sunarlar mıydı? Teklif ederler miydi? Eğer denildiği gibi sapık olsaydı sevmesine rağmen eşini yanında tut , aranı düzelt der miydi? Direk boşa hemen demez miydi?
Sanıldığının aksine peygamberimiz ahlakının gereğini yapıp iyi niyetle yaklaşmıştır ve toplumdan çekinmiştir.
Peki tüm bu bilgilerin kuranda yer alması islam dinini benimseyen arap kavmi için risk değil midir? Risktir. Peygamberimiz bu konu hakkında gelen ayetleri bile bizden saklamayarak olduğu gibi aktarmıştır. Bundan daha özel ne olabilir sevdiği ve herkesten sakladığı bilgiyi bile Allah istedi diye söyleyen peygamberimiz neyi saklamış, gizlemiş olabilir ki ? Ayetleri keçilere yedirenler, gayri metluv vahiy aldı diyenler, söylemediği ayetler var diyenler hakka 44-45-46 ayetlerini okumalarını tavsiye ederim.
Ve eğer, bazı sözleri Bize karşı uydurmuş olsaydı.
Elbette onu kudretimizle alırdık.
Sonra da onun şah damarını mutlaka keserdik.
Hiçbiriniz de bu cezayı engelleyip ondan savamazdı.
Şüphesiz Kur’an, Allah’a karşı gelmekten sakınanlara bir öğüttür. (hakka suresi 44- 48)
Kölelik konusu da arap toplumunda zamanlara yayılarak kaldırılmıştır. Bu uygulamalarla beraber üstünlük ancak takvadadır diyerek tüm sınıfsal ve ırksal farklılıklar bitirilmiştir. Veda hutbesinde belirttiği gibi Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın Araba bir üstünlüğü yoktur diyerek noktalamıştır.
En doğrusunu Allah bilir. Selam ve dua ile...
7 Haziran 2016 Salı
MESNEVİ VE MEVLANA CELALEDDİN RUMİ GERÇEĞİ
Böyle bir durumda çoğunuzun "Ne saçmalıyor bu adam" denilmesi lazım. Ama belki aranızdan beni körü körüne seven birkaç akılsız "Ya aslında orada öyle demek istemedi" diye savunmaya kalkışır bu söylediklerimi. Halbuki niye öyle demek istemeyeyim ki? Söylediğim apaçık ortada , "Allah indirdi" diyorum işte, nesini savunabilirsiniz ki ?
Peki, bir insan Allah'tan vahiy aldığını iddia edebilir. İşin bu kısmında sorun yok, düşünce özgürlüğünü savunan adamım ben. Fakat size bir de hem müslüman olduğumu, hem de bu yazdıklarımın bana vahiy edildiğini söylersem, şimdi bunun nesini savunabilirsiniz? Hiçbir tarafını savunmamanız gerekir, zira müslüman olmak demek, zaten Kuran'ın vahiyle inen son kitap olduğuna inanmak demektir. Bu da demektir ki hem müslüman olduğunu, hem de yazdıklarının Allah tarafından indirildiğini iddia eden adamda büyük sıkıntı ve çelişkiler vardır.
Şimdi geyiği bırakalım, eğer size müslüman halimle böyle bir iddiada bulunursam beni zerre kadar ciddiye almamanız gerekir, bu konuda anlaştık.
Bir insanı sırf imajı yüzünden seven ve bir insanı yine sırf imajı yüzünden sevmeyen insanlarla dolu bir dünyada yaşıyoruz. O adamın ne dediğine, ne yazdığına, ne yaptığına hiç bakmadan, sırf imajından dolayı ona bir değer biçiyoruz. Zira diğer insanlara uyum sağlamak, arasına girmek istediğimiz topluluk tarafından kabul görmek adına taklitçilik yapıyoruz. Arasına girmek istediğimiz toplumun sevdiğini seviyormuş rolü yapıyor, sevmediğini de sevmiyormuş rolü yapıyoruz ve bir süre sonra yaptığımız rol sahiden de içimize işliyor. Ne olduğunu derinlemesine bilmediğimiz şeyi sahiden sever veya ondan sahiden nefret eder hale geliyoruz. Şimdi size sırf imajından dolayı sevilen bir insanı göstereceğim. Hem de bu insan hem muhafazakar kesimin, hem de modern kesimin sevdiği birisi ki başarması çok zor bir iş bu. Bu kişiyi hepiniz tanıyorsunuz aslında, ama çok çok azınız onun ne dediğini, ne yazdığını ve ne yaptığını biliyorsunuz. Bu kişi Romalı Celaleddin'dir, yani bildiğin Mevlana Celaleddin Rumi.
Mevlana'nın en önemli eseri olan Mesnevi'nin önsözünden bir kesit göstereyim size, şimdilik kırmızı çerçeve içindeki o tek cümleyi okuyun [1]:
"Mesnevi, Alemlerin Rabbi'nden inmedir" - Mevlana
Bu 1953 basımı Mesnevi'ydi. İkna olmayanlar için bir de 2007 basımı Mesnevi'nin ön sözünden aynı bölümü göstereyim [2]:
Şimdi karşınızda ben değil de, o yüce, ihtişamlı, sevgi dolu imajıyla sosyal medya ortamlarında yazılarını paylaştığınız Mevlana hazretleri duruyor ve müslüman haliyle yazdığı kitabın Allah tarafından indirildiğini iddia ediyor. Aynı tepkiyi ona da verebilecek misiniz?
Mevlana açık seçik Allah'tan vahiy aldığını, fakat bazı tasavvufçuların bunu insanlara karşı "yaa o aslında gönül vahyi demek istiyo, ehihihi" diye yumuşattığını söyler. Mevlana, kendi yazmış olduğu Mesnevi'nin tıpkı Kuran gibi Allah tarafından vahiyle indirildiğini söyler. Hem de bunu hiç kıvırmadan, delikanlı gibi açıkça söyler.
Peki kuran ne diyor ona bakalım.
Onlardan/Kitap ehlinden bir grup var ki, Kitab’dan olmadığı hâlde Kitaptan sanasınız diye Kitap’tanmış gibi dillerini eğip bükerler ve, “Bu, Allah katındandır” derler. Hâlbuki o, Allah katından değildir. Bile bile Allah’a karşı yalan söylerler.
(ali imran 78)
Allah’a karşı yalan uyduran veya kendine bir şey vahyedilmemişken, “Bana vahyolundu” diyen, ya da “Allah’ın indirdiğinin benzerini ben de indireceğim” diye laf eden kimseden daha zalim kimdir? Zalimlerin şiddetli ölüm sancıları içinde çırpındığı; meleklerin, ellerini uzatmış, “Haydi canlarınızı kurtarın! Allah’a karşı doğru olmayanı söylediğiniz, ve O’nun âyetlerinden kibirlenerek yüz çevirdiğiniz için bugün aşağılayıcı azap ile cezalandırılacaksınız” diyecekleri zaman hâllerini bir görsen! (enam 93)
Mevlana'nın Mesnevi'sinden devam ediyoruz, şu önsözü biraz daha inceleyelim bakalım
Önsözün bu kısmında Mevlana, kendi yazdığı Mesnevi'ye övgüler dizer. Ve ne ilginçtir ki burada Mevlana'nın Mesnevi'yi övmek için kullandığı cümleler, Kuran ayetleridir. Yani Allah'ın Kuran için kullandığı tabirleri, Mevlana birebir olarak kendi Mesnevi'si için kullanır.
Mesela yukarıda Mevlana "Mesnevi'ye temiz kişilerden başkası el değdiremez" der, Allah ise Vakia suresinin 79. ayetinde "Kuran'a temiz kişilerden başkası el değdiremez" der.
Mevlana "Batıl, Mesnevi'nin önünden ve arkasından yol bulamaz" der, Allah ise Fussilet suresinin 42. ayetinde "Bâtıl, Kuran'a ne önünden gelebilir ne de arkasından" der.
Mevlana "Mesnevi gönüllerin şifasıdır" der, oysa Allah İsra suresinin 82. ayetinde "Kuran'ı, inananlar için bir şifa ve rahmet olarak indirdik." der.
Mevlana "Mesnevi, alemlerin Rabbinin ilhamıyla hayır sahibi katiplerin elleriyle yazılmıştır" der, Allah ise Abese suresi 13-16. ayetlerde Kuran'ın hayırlı katiplerin elleriyle yazıldığını söyler.
MESNEVİDEN
“….Ormanlar kalem olsa, denizler mürekkep olsa yine Mesnevi’nin biteceğini umma…” (Mesnevi-Celaleddin Rumi c: 6 s: 178)
KUR'AN'DAN“….Ormanlar kalem olsa, denizler mürekkep olsa yine Mesnevi’nin biteceğini umma…” (Mesnevi-Celaleddin Rumi c: 6 s: 178)
De ki: "Rabbimin sözleri(ni yazmak) için deniz mürekkep olsa ve yardım için bir benzerini (bir o kadarını) dahi getirsek, Rabbimin sözleri tükenmeden önce, elbette deniz tükeni verirdi.( KEHF 109)
Uzatmaya gerek yok sanırım, yukarıdaki cümlelerin neredeyse hepsi Kuran ayetleridir. Mevlana, kendi yazdığı Mesnevi'ye Kuran'ın sıfatlarını yükler. E tabi, adam açık seçik Allah tarafından indirildiğini söyledi zaten Mesnevi'nin, ya ne olacakdı?
Mesnevinin inanç esaslarından biri de VAHDEDİ VÜCUT' tur. Vahdet-i vücut: "Her şey Allah'tır" demenin hesapta müslümanca yöntemidir. Yani bu inanca göre tüm evren, tüm yaratıklar Allah'ın bir parçasıdır. Spiritüalizm de aynı şekilde "Sen bir tanrısın, heeey, içindeki Tanrı'yı keşfet" mottosuyla insanlara hitap ediyor. Zira adı "new age" olmasına rağmen hiç de yeni olmayan bu modern dinin temeli paganlık ve panteizmdir.
Her şeyin Allah olması veya her şeyin Allah'ın bir parçası olması ne demektir? Az düşün hele.
Her şeyin Allah olması demek, her şeyin iyi olması, kötü diye bir şeyin olmaması demektir. Hatta ve hatta eğer her şey Allah ise, her şey iyi bile değildir, her şey sadece "olması gereken"dir. Yani eğer her şey Allah ise, ne iyiden ne de kötüden söz edebilirsin. Her şey "var olan"dır, ve her şey doğrudur. Yanlışa yer yoktur. Kısacası her şey mübahtır. Her şey mübahtır, çünkü her şey Tanrı'dır.
O sebepledir ki "Allah her şeydir" demek ile, "Allah yoktur" demek arasında hiçbir fark yoktur.
Peki kuran bu duruma ne diyor bakalım:
Her canlı ölümü tadacaktır. Ancak kıyamet günü yaptıklarınızın karşılığı size tastamam verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete sokulursa gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir.
(ali imran 185)
Sen Allah ile beraber başka bir ilaha ibadet etme. Ondan başka hiçbir ilah yoktur. Onun zatından başka her şey yok olacaktır. Hüküm yalnızca O'nundur ve kesinlikle O'na döndürüleceksiniz. (kasas 88)
Allah ın zatı ile yarattıkları bu ayetlerden de anlaşılacağı üzere ayrıdır. Kıyamet günü tüm canlılar yok olacağından ve Allah 'ın zatının dışında canlı kalmayacağından hiçbir diri canlı varlık Allah 'ın bir parçası değildir.
Mevlana, Yunus Emre, İbn Arabi gibi sufiler 13. yüzyılda tasavvufa altın çağını yaşatıyorlar. Fakat bu kişilerden önce tasavvufun ve vahdeti vücut anlayışının İslam'a iyice sızması, 9. yüzyılda Hallac-ı Mansur ve Bayezid Bestami gibi meşhur sufiler sayesinde oluyor. Ki 9. yüzyıldaki bu Hallac-ı Mansur ve Bayezid Bestami, kendilerinden yüzyıllar sonra dünyaya gelecek olan diğer ünlü tasavvufçuların da akıl hocası olacaktır.
Hallac-ı Mansur 9. yüzyılda "Enel Hak" demiştir, yani "Ben Hakk'ım/Ben Allah'ım". Neye inandığını bilmeyen çoğunluk tarafından "Siz onun ne demek istediğini anlayamazsınız, o Allah aşkı ile söylenmiş bir laftır" gibi mükemmel derecede mantıklı (!) bir izahla savunulur bu söz. Bizzat küfürdür.
Tasavvufta (diğer mistik dinlerde olduğu gibi) benliği öldürmek vardır. Sufiler kendi iddialarına göre o kadar alçak gönüllüdürler ki, "Bakın ben yokum, ben diye bir şey yok, sadece Allah var" derler. Oysa alçakgönüllülük gibi görünen "Ben yokum" maskesinin altında "Ben Allah'ım" nanesi yatar. Buradaki mantık örgüsü şöyledir : "Ben yokum = çünkü sadece Allah var = sadece Allah varsa o halde "ben" dediğim şey de Allah'tır = ben Allah'ım". Ne güzel di mi?
Mevlana'ya göre de "Ben Tanrı'yım" demek bu sebeple büyük bir gönül alçaklığıymış, hatta "ben varım" demek kibirin dik alasıymış. Ve "Ben Tanrı'yım" demek öylesine büyük bir gönül alçaklığıymış ki, halk bunu anlamazmış.
Şimdi Mevlana'nın doğal olarak savunuculuğunu yaptığı, "Ben Tanrı'yım" nanesini müslümanlara ilk yutturan Hallac-ı Mansur'a bakalım bir de. Elimde Hallac-ı Mansur'un günümüze ulaşan tek kitabı olan "Tavasin" var, bu kitaptan bazı alıntılar yapcam şimdi. Hallac efendi şöyle diyorlar:
"Kalp gözüyle gördüm Rabbimi,
Sordum 'Kimsin sen?' diye,
'Sensin' dedi" [ Hallac-ı Mansur, Tavasin, sayfa 32. Yaba Yayınları, 3. Basım.]
Evet, Hallac- Mansur adındaki eleman Allah'lığını ilan etti. Peki, yukarıda dediklerimi hatırlayın şimdi. Size eğer her şey Allah ise her şeyin iyi olacağını söylemiştim. Tasavvuf ve ruhçuluk düşüncesine göre bu hayatta "kötü" olanlar aslında "kötülük rolünü üstlenen gerçek iyiler"dir. Bu sebeple Hallac-ı Mansur sık sık Şeytan'ı över. Evet Hallac, İblis'e övgüler yağdırır, zira İblis de tıpkı her şey gibi Allah'ın bir parçasıdır. Yani Hallac'ı Mansur da Allah'tır, İblis de Allah'tır. Şimdi sabırla okuyun bu kısmı, bu düşüncenin nasıl iğrenç olduğunu, mantık örgüsünü kurarak anlayacaksınız:
Kuran'a göre İblis'in Adem'e isyan etmesinin sebebi "kibir"dir. Allah, insanı yaratır ve İblis ise insandan daha üstün olduğunu iddia ederek, sırf boş bir hırs ve kibirle Allah'a isyan eder. Fakat Hallac, İblis'in isyan etme sebebini şöyle açıklar:
Tanrı ona buyurdu: «Secde et!» O da şöyle dedi:
«Senden başkasına secde etmem.» [Hallac-ı Mansur, Tavasin, sayfa 39. Yaba Yayınları, 3. Basım]
Hallac tamamen kafasından senaryo üreterek Kuran'a eklemeler yapar ve İblis'in "ben Allah'tan başkasına secde etmem" bahanesiyle Adem'e secde etmediğini iddia eder. Oysa Kuran'a göre durum şudur:
"Allah buyurdu: 'Sana emrettiğimde secde etmeni engelleyen neydi?' İblis dedi: 'Ben ondan hayırlıyım. Beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın.'" (Araf 12)
Apaçık ortada di mi? Kuran'a göre İblis, insanı kıskanarak kibirlenir. Ve tarihteki ilk ırkçılık örneğini verir bize: "Ben insan'dan daha üstünüm, çünkü insan çamurdan yaratıldı, ben ateşten yaratıldım". İnanın bana, bunun beyazların zencilerden üstün olduklarını iddia etmelerinden hiçbir farkı yok, altında yatan duygu tamamen aynıdır: Kibir ve boş gurur, yani hiçbir çaba sarfetmeden sahip olduğun yaratılış/doğum özelliğin ile üstünlük iddia etmek. Kuran'a göre gerçekten de insanlar birbirinden üstün değildir, üstünlük ırk/mezhep/kavim/dille ilgili değildir. Üstünlük yalnızca TAKVADADIR denilmektedir. Yani bu takva da sadece Allah tarafından bilineceğine göre yeryüzünden bulunan hiç kimse üstün değil birbirine eşittir denilmek istenmektedir.
Gelgelelim Hallac, Şeytanın avukatlığını yaparak İblis'i "asil" ilan eder. Bakın devamında şunları söyler Hallacı Mansur [Hallac-ı Mansur, Tavasin, sayfa 43. Yaba Yayınları, 3. Basım]:
"Yüceliğin
onuru konusunda İblis'le ve Firavun'la konuştum. İblis
dedi ki 'Secde etseydim, onurlu adımı yitirirdim.’ Firavun
ise, şöyle dedi: 'Bu Haberci'ye inansaydım, onurlu
katımdan aşağı düşerdim.'"
İblis, Adem'e secde etmemekle onurlu bir davranış sergilemiştir Hallac'a göre ki bu düşünce daha sonra Yezidiliğin temelini oluşturacaktır. Aynı mantıkla Allah'a isyan eden ve Musa peygambere inanmayan Firavun da çok asildir Hallac'a göre. Hatta Hallac hızını alamaz ve şunları söyler Tavasin adlı kitabında:
"Yoldaşım ve öğretmenimdir, İblis'le Firavun" (Hallac-ı Mansur, Tavasin, sayfa 43. Yaba Yayınları, 3. Basım.)
Şimdi bak hacı, insanlar soyut kavramlardan pek anlamıyorlar, "İblis'le Firavun'u övmüş adam.
Yunus Emrenin vahdedi vücut şirkini içeren şiirlerden bir demet
Ete kemiğe büründüm …. Yunus diye göründüm.
Sıyırın eti kemiği,işte onun sesi,işte onun kendisi.
Ol kadiri kün feye kün,lutfedici sübhan benem.
Kesmeden rızkı veren cümlelere sultan benem.
Nutfeden Adem yaradan,yumurtadan kuş türeten.
Kudret dilini söyleten,zikreyleten sübhan benem.
Hem batinem hem zahirem,hem evvelem hem ahirem.
Bu cümlesini yaratıp tertib eden Yezdan benem.
Yoktur anda tercüman,andaki iş bana ayan..
Bin bir adı vardır bir adı da Yunus,ol sahibi Kur’an benem.
YUNUS EMRE : KÜLTÜR BAKANLIĞI 1275 KÜLTÜR ESERLERİ 161 SAYFA.361
Şimdi de ibni arabiye bakalım ne demiş
Farkındaysanız Kuran ne diyorsa tam tersini söylemişlerdir. Ne kadar küfür söz varsa söylemişlerdir. Allah'a olmadık sıfatları yakıştırmışlardır.
Peki Celalettin Rumi neden Mevlana demiştir kendisine hani ben Allah ım diyordu ya onuda göz önünde bulunduralım.
Allah, bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar. Onun kazandığı iyilik kendi yararına, kötülük de kendi zararınadır. (Şöyle diyerek dua ediniz): “Ey Rabbimiz! Unutur, ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma! Ey Rabbimiz! Bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme! Bizi affet, bizi bağışla, bize acı! Sen bizim Mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et.” (bakara 286)
ente Mevlânâ fensurnâ alel kavmil kâfirîn <---
ente= Sen
Mevla= Mevlasın koruyucusun velisin
na= Bizim
fe= Artık
ensur= Yardım et
na= Bize
alel kavmil= kavim halk toplululk
kafirin = Kafirler
Allah ın sıfatını kendinde görüyor ve bu yüzden kendine mevlana diyor. Bir kişinin Allah ın sıfatını isim olarak kullanılması normal karşılanır. ABDUL kelimesiyle beraber anılmasıyla ancak Kerim, Hakim, Adil gibi Allah 'ın sıfatları kullanılır. Abdul hakim denilir yani. Peki bu adam abdul mevlana diyor mu ? demiyor. Zaten sözleri de ben ilahım niteliğindedir.
Bu sembol tanrıdan aldığımı yeryüzüne veriyorum demek istemektedir. Yani tanrı ile aranızda aracıyım. Ben olmadan ona ulaşamazsınız denmek istenmektedir. Kuranda ALLAH ben şize ŞAH DAMARINIZDAN yakınım demesine rağmen böyle bir iddiayla ortaya çıkmışlardır. (bakınız kaf 16.ayet)
Şimdi de gelelim Celaleddin ruminin kadınlarla ilgili sözlerine
– O işaretleri kabul etmiyorsan, kendini erkek sanma. Sen kadınsın ey fodul (Mesnevi 1. cilt 982. beyit)
– Kimde kafirlerden bir hususiyet varsa, o kadın gibi akıl ve dince eksiktir. (Mesnevi, 1. cilt, 1284. beyit)
– Kimde kafirlerden bir hususiyet varsa, o kadın gibi akıl ve dince eksiktir. (Mesnevi, 1. cilt, 1284. beyit)
– Kadından kurtulmuş, diri bir vücuda bağlanmış kişiye ne mutlu. ( Mesnevi, 1. Cilt, 1599. beyit)
– Kadın kocasının öfkelendiğini görünce, hemen ağlamaya başladı. Zaten ağlamak kadınların tuzağıdır. ( Mesnevi, 1. cilt, 2496.beyit)
– Kadın kocasının öfkelendiğini görünce, hemen ağlamaya başladı. Zaten ağlamak kadınların tuzağıdır. ( Mesnevi, 1. cilt, 2496.beyit)
– Nefis ve hırsı kadın, aklı da erkek bil. Akıl onlara değerli bir mum oldu. ( Mesnevi, 1. cilt, 3010. beyit)
– Onlara ( Kadınlara) danışın, fakat söylediklerinin aksini yapın. Şüphe yok ki o şehvet sahiplerinin dediğini yapan telef olur. Heva ve şehvet yol kesicidir. Zira onlar Allah yolunda azdırırlar. ( Mesnevi, 1. cilt, 3064-3065. beyit)
– Nefsi kadın gibi bil, belki kadından da beter. Zira kadın şerrin cüz’ü, nefisse küllüdür. (Mesnevi, 2. cilt, 2295. beyit)
– Ordu, her nerede bir hezimete uğrarsa, sebep bilki birkaç karı tabiatlıdır. ( Mesnevi, 2. cilt, 2873. beyit)
– Yiğitlerin zevki gaza etmek, düşmana saldırmaktır. Karı tabiatlılar güruhu içinse başka zevkler vardır. Onların nefisleri şehvetten hazzeder. Uğraşmaları, tamamen bir zillet eden zevk içindir. ( Mesnevi, 2. cilt, 3180-3181. beyit)
– Er kişinin şehveti öndendir. Karı huylu erkekse zevki arkadan bulur. Birinin hırsı erliğin kemali, diğerinin ki rüsvalıktır. (Mesnevi, 3. cilt, 1965-1966. beyit )
– Ey birader! Sen de kendini imtihan et. Erkeğin sadakati, kadınınkinden aşağı olur mu? Bir erkeğin kalbi kadınınkinden aşağıysa, onun adı kalp olmaz, işkembe olur.( Mesnevi, 3. cilt, 3150-3151. beyit)
– Erkeklerin kadınlara üstünlüğü kazanç, kuvvet, mevki ve şöhret bakımından değildir. Böyle olsaydı, arslan ve fil, insandan üstünlük ve kuvvetçe daha yüce olurdu. Erkeklerin kadınlara gerçek üstünlüğü onların, akıbeti görebilmeleriyledir. Erkek, akıbeti görmese o, akıbeti görene nazaran kadından da güçsüzdür. ( Mesnevi, 4.cilt, 1639-1642. beyit)
– Kadınlar savaşta bulunsalar bile düşman safına saldıramazlar, ancak ağlayıp feryat ederler. Gerçi onlar saf içinde arslan gibi ellerinde kılıç görünürler ama elleri titrer durur. Vay ona ki akıl nakşı dişidir. Ve kötü nefsi erkek gibi hamleye amadedir. Şüphesiz onun aklı mağlup olur. Hasılı ancak hüsran ve mahrumiyete göçer. Aklı erkek olan kişiye ne mutlu; çirkin nefsi dişi ve muztar olana da. Cüzi aklı ona galip olursa dişi nefsini akıl mağlup eder. Kadının hamlesi de surette cesuranedir ama o eşek gibi, onun afeti, eşekliğindendir. Kadında hayvani sıfat galiptir. Onun için o renge ve kokuya meyleder. ( Mesnevi, 5. cilt, 2968-2975. beyit)
– Onlara ( Kadınlara) danışın, fakat söylediklerinin aksini yapın. Şüphe yok ki o şehvet sahiplerinin dediğini yapan telef olur. Heva ve şehvet yol kesicidir. Zira onlar Allah yolunda azdırırlar. ( Mesnevi, 1. cilt, 3064-3065. beyit)
– Nefsi kadın gibi bil, belki kadından da beter. Zira kadın şerrin cüz’ü, nefisse küllüdür. (Mesnevi, 2. cilt, 2295. beyit)
– Ordu, her nerede bir hezimete uğrarsa, sebep bilki birkaç karı tabiatlıdır. ( Mesnevi, 2. cilt, 2873. beyit)
– Yiğitlerin zevki gaza etmek, düşmana saldırmaktır. Karı tabiatlılar güruhu içinse başka zevkler vardır. Onların nefisleri şehvetten hazzeder. Uğraşmaları, tamamen bir zillet eden zevk içindir. ( Mesnevi, 2. cilt, 3180-3181. beyit)
– Er kişinin şehveti öndendir. Karı huylu erkekse zevki arkadan bulur. Birinin hırsı erliğin kemali, diğerinin ki rüsvalıktır. (Mesnevi, 3. cilt, 1965-1966. beyit )
– Ey birader! Sen de kendini imtihan et. Erkeğin sadakati, kadınınkinden aşağı olur mu? Bir erkeğin kalbi kadınınkinden aşağıysa, onun adı kalp olmaz, işkembe olur.( Mesnevi, 3. cilt, 3150-3151. beyit)
– Erkeklerin kadınlara üstünlüğü kazanç, kuvvet, mevki ve şöhret bakımından değildir. Böyle olsaydı, arslan ve fil, insandan üstünlük ve kuvvetçe daha yüce olurdu. Erkeklerin kadınlara gerçek üstünlüğü onların, akıbeti görebilmeleriyledir. Erkek, akıbeti görmese o, akıbeti görene nazaran kadından da güçsüzdür. ( Mesnevi, 4.cilt, 1639-1642. beyit)
– Kadınlar savaşta bulunsalar bile düşman safına saldıramazlar, ancak ağlayıp feryat ederler. Gerçi onlar saf içinde arslan gibi ellerinde kılıç görünürler ama elleri titrer durur. Vay ona ki akıl nakşı dişidir. Ve kötü nefsi erkek gibi hamleye amadedir. Şüphesiz onun aklı mağlup olur. Hasılı ancak hüsran ve mahrumiyete göçer. Aklı erkek olan kişiye ne mutlu; çirkin nefsi dişi ve muztar olana da. Cüzi aklı ona galip olursa dişi nefsini akıl mağlup eder. Kadının hamlesi de surette cesuranedir ama o eşek gibi, onun afeti, eşekliğindendir. Kadında hayvani sıfat galiptir. Onun için o renge ve kokuya meyleder. ( Mesnevi, 5. cilt, 2968-2975. beyit)
– Her muhannes nefsiyle savaşamaz. Eşeğin arkasına öd yakmak, misk sürmek layık değildir. Zira kadınlar savaşamazlar. Hele bu, büyük cihat için muhaldir. Kadında Rüstem’lik nadir olur. Ancak Meryem’e bir feyz olursa olur. Erkeklerde de kadın yürekli olan vardır. Zayıf gönülleri korku içindedir. Erlik üstün vasfı olmazsa öyle suret sahibi kadın gibidir. ( Mesnevi, 6. cilt, 1905- 1909. beyit)
– Kadınlıktan hoşlanıyorsan çarşafa gir! Rüstem’likten hoşlanıyorsan hançer gerek! ( Mesnevi, 6. cilt, 1929. beyit )
– Kadının rüyası, aklı noksan, canı zayıf olduğu için, erkeğin rüyasından daha aşağıdır.( Mesnevi, 6. cilt, 4354. beyit)
– Kadının gammaz gamzesi, yan bakışı fitnedir. Ama bu fitneyi sesi, yüz kat daha artırır. ( Mesnevi, 6. cilt, 4591. beyit
- Görünüşte dişinin saldırması da kuvvetlidir ama onun ziyanı, o eşek gibi, eşekliğindendir. Kadında hayvan sıfatı üstündür. Çünkü kadının renge, kokuya meyli vardır. O eşek de çayırlığın rengini, kokusunu duyunca elindeki bütün deliller kaçıp gitti. (C.5 Beyitler 2465, 3240)
-Ey yolcu yolcuyla danış, kadınla değil… Çünkü kadının reyi(fikri) seni topal eder.(C.4 Beyit 2210)
Ve mesnevinin içindeki kabak hikayelerine, oğlancı hikayelerine ve bir sürü sapıkça hikayelere bakarsanız bu kişilerin hiç haktan olmadığını ve tamamen hakka küfür ehli olduğunu anlarsınız. Selam ve dua ile.
bu yazıya bağlantılı yazılar
ilgili kaynaklar : http://michaelsikkofield.blogspot.com.tr/2015/04/tasavvuf-ve-tarikatlardan-tek-dunya.html
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)